Gebelik kontrollerini aksatmıyor, raporuna her seferinde ‘Genetik malformasyon
saptanmamıştır’ yazılıyordu. Yani görünüşe bakılırsa doğacak bebekte genetik
bir kusur yoktu. Yıllardan 1990, aylardan ağustostu. Doğuma sayılı gün
kalmıştı. Bebeğin femur kemiğinin uzunluğuna bakmak için ultrason başına geçen
asistan hekim, “Kemiği ölçemiyorum. Burada anlamadığım, tuhaf bir şeyler var”
dedi. Bir süre hocalarından birilerini aradı, bulamadı. “Ne olduğunu
bilmiyorum” dedikten hemen sonra “Kafa çevresi sezaryene uygundur” yazılı bir
kâğıt uzattı 23 yaşındaki Ayşe Sarı’ya. Ne olduğunu ancak Ceren doğduktan
sonra anlayacaklardı...
**‘TUTARKEN DİKKAT ET’**
27 Ağustos’ta dünyaya geldi Ceren. Bir hafta hastanede kaldılar. Ayşe Sarı
yalnızken altını açması gerektiğinde kızının bacaklarının halini görünce
anladı bir şeylerin ters gittiğini. Hastane çıkış kâğıdında gördü teşhisi.
‘Osteogenesis imperfecta’ yazıyordu. Yani kızı [cam
kemik](https://www.hurriyet.com.tr/haberleri/cam-kemik) hastasıydı. Doğumdan
sonra çekilen röntgende her iki bacağın da anne karnındayken kırılıp
iyileşmeye başladığını görmüş, böylelikle hastalığı fark etmişlerdi. Ama o
kâğıdı görene kadar kimse bir şey söylememiş, “Çok nadir bir kızın var.
Tutarken dikkat et” demekle yetinmişlerdi. Eşi biliyordu, “En fazla iki ay
yaşar. Çok umutlu olmayın. Yapacak hiçbir şey yok” denmişti ona...
Gariptir; Ayşe Sarı çocukluğunda gazetelerde “Hapşırdığında kemikleri
kırılıyor” gibi haberleri büyük merakla okuduğunu hatırlıyor. O haberler,
artık hayatıydı..
**‘BİZE NE HASTAYSA!’**
Ceren meme emerken dahi kemikleri kırılıyordu. Kızını kuştüyü bir yastık
üzerinde büyütmekten başka yolu olmadığını anladı Ayşe Sarı. Yastığı alttan
kavrayıp hiç dokunmadan emziriyordu. Giysileri daha kolay giyilir hale
getirmek için her yerine çıtçıtlar taktı. Hemşire olan Sarı, bir yandan da işe
gidip gelmeliydi. “Kadroyu boşuna dolduruyor”, “Bize ne hasta çocuğu varsa,
bizim de çocuğumuz var” gibi sözleri çok duyduğunu anlatıyor. Bir de Ceren’in
hem kolu hem bacağının kırıldığı gün bile işinin başında olduğunu... Sırf o
lafları duymamak için özel günlerin nöbetlerini hep kendisinin aldığını...
Kadroyu boşuna doldurmadığını göstermek için bazen 24, bazen 36 saat nöbet
tuttuğunu... Hatta bu nöbetlere koşarken evliliğinin bittiğini dahi
anlamadığını...
Eşi, ona boşanmak istediğini söylediğinde Ceren 2.5 yaşındaydı: “Elektrik
faturasının nasıl ödeneceğini bilemeyen ben, kızımın ağır kırıklarının olduğu
yıllarda yapayalnız kaldım. Ailem Giresun’da. Ankara’da çevrem yok; nasıl
tutacağımı bile bilmediğim bir bebekle baş başa! Nereye gideceğim, ne
yapacağım? Mesleğime tutunmaktan başka şansım yoktu. Her şey çok zordu. Kızıma
bakıcı bulamadığım için bir ay boyunca hemşire odasında sakladım...”
**RÜYALARIMDA YÜRÜYOR**
Ceren 6 yaşındayken bir gün “Ben neden yürüyemiyorum” diye sorduğunda da çok
zorlandı Ayşe Sarı. “Cennette herkes yürüyecek. Orada kimsenin yapamayacağı
bir şey yok” dedi. Ceren ise “O zaman orada akülü sandalyenin en iyisini
isterim” diye yanıt verdi. Bana “Kızımın verdiği yanıta dikkat ettin mi” diye
sordu Sarı... “Cennette yürümeyi istemedi. Hayalinde yoktu. Çünkü bilmiyordu.
Bense rüyamda onu hep yürürken görürüm.”
Başka bir zorluğu da kızını ilkokula yazdırabilmek için vereceğini biliyordu.
Zaten iki yıl uğraştı bunun için. Araya eş dost sokup okula başlattıklarında
Ceren dokuz yaşında ve bebek arabasındaydı.
“O günlerde 2’nci sınıfı okutan Fatma Acarbaş adında öğretmen Ceren’i gördü;
‘Seni ben okutmalıyım’ dedi. O ikinci sınıfların öğretmeniydi, bizse birinci
sınıftaydık. Kızım okuma yazma biliyordu, bir sınava tabi tutuldu. Böylelikle
‘deneme süresi’nden kurtulduk ve Fatma Acarbaş’ın şefkatli kollarına kavuştuk.
Kolay olmadı; sandalyeden düştü bir gün, pek çok kez kırıkları oldu. Ama o
sınıfta otizmli, down sendromlu, zihinsel engelli öğrenciler vardı. Kızım,
öğretmeni sayesinde arkadaşlarıyla bir uyum sorunu yaşamadı. Kışın kar
yağdığında Ceren dışarı çıkamadığı için kaplara kar doldurup sınıfa
getirdiler... İşim nedeniyle Ceren’i koşturarak okula getirip götürüyordum.
Özbakım gibi konularda yanımızda hep Fatma Öğretmenimiz oldu. O dönemde
engelli çocukların okuması gereksizdi. Hayatımız boyunca bu sorunun
türevleriyle karşılaştık zaten. Çalışmasına ne gerek var? Sinemaya gitmesine
ne gerek var? Ama biz hep ‘Gerek var’ dedik. Dik durmaya çalıştığımda da
insanlar çil yavrusu gibi dağılırdı. Yanımda görünmek istemezlerdi biliyor
musun? Okulda mesela... Okul yönetimi sınıfın aşağı kata inmesi için veliler
arasında oylama yaptı ve ‘hayır’ sonucu çıktı.”
_30 yaşındaki Ceren Pekoğlu, birçok engelli öğrenciyi sınıfında toplayan ve
“İkinci annem” dediği ilkokul öğretmeni Fatma Acarbaş’la (üstte)._
**BU BAŞARI ÖYKÜSÜ DEĞİL**
Bütün bunlar olurken kimse ona “Nasılsın” diye sormuyordu. Peki, ne mi
duyuyordu? “Yardıma ihtiyacın olduğunda lütfen
[haber](http://www.hurriyet.com.tr/) ver.” Konuşmamızın durduğu, ikimizin de
ne diyeceğini bilemediği bir andı bu... Ağlamamak için gülmeye çalışarak devam
etti: “Ah bu cümle! Yardıma ihtiyacım olduğunda mı? Başlarda arkadaşım vardı.
Ama zaman içinde yalnız kaldım. Buna Ceren’in yalnızlığını ve fiziksel
acılarını da katın.”
Nasıl mı atlattılar o günleri? Hayaller kurarak... Hiç güneş almayan bir evde
otururken güneş alan bir ev hayal ettiler mesela. “Okumasına ne gerek var”
demişlerdi ya... Önlisans mezunu olarak EKPSS’yle, memur atandığı ilk yer,
2016’da Eskişehir Anadolu Üniversitesi oldu Ceren’in. “Kendi başıma
yaşayabileceğimi önce kendime, sonra da bana ‘Yapamazsın’ diyenlere ispat
etmek için gidiyorum” diyerek gitti, 16 ay yalnız yaşadı. Bugün Ankara’da
Gülhane Hastanesi’nde çalışıyor. “Bence bu bir başarı öyküsü değil.
Engellilerin yapabildiği şeyler yüceltilmemeli. Herkesin bunları başarmaya
fırsatı olmalı” diyor annesi.
Bugün olduğu yere tırnaklarıyla kazıyarak geldiğini de vurguluyor: “Nasıl
bakacağımı kimsenin bilmediği bir bebeği yaşattım, 30 yaşına getirdim. Şunu
biliyorum: Yalnız bırakılmamış olsaydım, yani aile bütünlüğümüzü
koruyabilseydik, belki zorluklara karşı böyle dik duramazdık.”
**‘ANNEDEN FAZLASI’**
Ertesi gün okula nasıl götürüp getireceğini bilmeden okuttuğu kızı Ceren,
bugünlerde sosyoloji lisansını tamamlamak için de gün sayıyor, yakında mezun
olacak. Yaşı büyüdükçe kendini annesinin yerine koymaya başlamış. Diyor ki,
“Hayal ediyorum; 30 yaşındayım, yapayalnız, memleketimden uzakta, 7 yaşında
engelli bir çocuk annesiyim... Yaşama ve yaşatma mücadelesi veriyorum...
Düşündükçe hayran oluyorum anneme! Onun sayesinde meydan okuyorum bu hayata.
Annem, benim yol arkadaşım ve kesinlikle bir anneden çok daha fazlası...”
**‘SANIRIM KENDİM İÇİN DE İYİ BİR ŞEYLER YAPTIM’**
Ayşe Sarı, 2002 - 2015 arasında TSK Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’nde
okul hemşiresi olarak görev yaptı, binlerce engelli ailesiyle konuştu,
ilgilendi. Genelkurmay Başkanlığı’nda, engelli çocuk ailelerinin özlük
haklarının düzenlenmesi amacıyla kurulan ekipte yer aldı. TSK İzin
Yönetmeliği’nin günlük eğitim ve bakım izinlerini düzenleyen maddelerini yazan
üç kişilik ekip içindeydi.
Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi bünyesindeki Engelli Danışma ve
Koordinasyon Birimi’nin sorumlusu olarak engelli ve ailelerine danışmanlık
vermeye, onların sorunlarına çözüm bulmaya devam ediyor. TBMM’de de çalışmalar
yaptı, 2016’da kurduğu Sağlık Hizmetleri Sendikası’nın (SAHİMSEN) Engelliler
Komisyonu Başkanı olarak da görev yapıyor. Engelli çocukların hiçbir
ayrımcılığa uğramadan tüm insan haklarına erişmesi için çalışan Sarı, tüm
bunları daha yetkin yapabilmek için sosyal hizmet alanında lisans okuyup
yüksek lisans da yaptı, “Sanırım kendim için de iyi bir şeyler yaptım” diyor.
**‘KENDİMİZİ HİÇBİR ZAMAN ENGELLİ OLARAK GÖRMÜYORDUK’**
**
**
“Annem benim için kapkaranlık bir koridorda elimde tuttuğum mum gibidir.
Boşluktaki tek ışık kaynağım, tek arkadaşımdır. Onsuz yolumu bulamam, onu
bırakıp tek başıma ilerleyemem.”
Annesi Nilgün Çiçek’i bu sözlerle anlatan Muratcan, 1993’te, Keşan’da dünyaya
geldi. Annesi, o henüz iki aylıkken hareketlerinde bir sorun olduğunu fark
etti. Yedi aylık olduğunda fizik tedaviye başlattılar ama sorunun ne olduğu
anlaşılamıyordu. 1.5 yaşında İstanbul’da kondu [spastik
engelli](https://www.hurriyet.com.tr/haberleri/spastik-engelli) tanısı.
Spastik kelimesinin ne olduğunu bile bilmiyordu annesi ama “Başaracağım,
oğlumu sağlıklı duruma getireceğim” dedi. Çok okudu. Kendi deyişiyle ‘Allah
verdi deyip oturmadı’. Eğitimleri araştırdı, ona dil terapileri aldırdı,
haftanın beş günü RAM’a (Rehberlik Araştırma Merkezi) götürdü. “Muratcan
normal okula gidebilir” demişler ama okul kabul etmemişti. RAM’dan gelip neden
okula göndermediklerini sordular, bu sayede durum değişti. Annesi ona okumayı,
matematiği ve İngilizce harfleri öğretmişti. Muratcan ilkokula üçüncü sınıftan
başladı, 9 yaşındaydı.
O yıl eşini kaybetti Nilgün Çiçek. Oğlunun okuyabilmesi ve özel tedavi
alabilmesi için otomobillerini sattı. Arkadaşları ve öğretmenleri hep iyiydi:
“Kendimizi hiçbir zaman engelli olarak görmüyorduk. Bunu beynine küçük yaşta
yerleştirmiştim. O dersteyken bahçede notlarını temize çekerdim. Derste
yazamadıklarını da arkadaşlarından alır, teneffüslerde yazardım. Yazılılarına
beraber girdik, o söyler, ben yazardım. İlkokulu birincilikle bitirdik” diye
anlatıyor o günleri.
Doğduğunda ne eli tutuyordu ne ayağı ama annesi onu daha iki yaşında bile
değilken bilgisayarla tanıştırmıştı. Belki de bu yüzden Muratcan’ın bilgisayar
mühendisi olmakla, Google’da çalışmakla ilgili hayalleri vardı. Özyeğin
Üniversitesi’nde bilgisayar mühendisliği bölümünü yüzde 100 burslu kazandı.
2014’te, üniversite birinci sınıfın sonunda Credit Europe Bank’ta staj yapmak
için birlikte Hollanda’ya gittiler. 2015’te de Oregon State Üniversitesi’ne
değişim öğrencisi olarak bu sefer ABD’ye... “Tüm bu süreçler bana bir şey
gösterdi” diyor Nilgün Çiçek: “Muratcan için ihtiyaç duyduğumuz her şey, onun
geleceği için. Yıllar sonra araba kullanmayı yeniden öğrenmem, dil bilmem
gerekti.” O bunları öğrenmeye çalışırken Muratcan üniversiteyi de birincilikle
bitirdi.
**SİLİKON VADİSİ’NDE...**
2017’de Google’ın burs verdiği ilk engelli Türk olan ve İngiltere’ye giden
Muratcan Çiçek, 2018’de Kaliforniya Üniversitesi Santa Cruz’da doktorasına
başladı. Alanı ‘bilgisayarla görme’... Doktorasının ilk yılında eBay’de staj
yaptı, engelliler için projeler üretti. Bir sonraki yıl da
Google’da... eBay ve Google’la fiziksel engelli kişilerin cep telefonlarını
kullanmayı kolaylaştıracak mobil uygulamalar geliştirdi, konuşma engeli
olanların söylediklerini anlayıp yazıya dökebilecek bir projede de yer aldı.
Şu an, kamerayla engelli kişilerin baş hareketlerini algılayabilecek bir yapay
zekâ üzerine çalışıyor. Bu projesiyle Google’dan geçen yıl 200 bin dolar hibe
kazanmış. Yurtdışında projelerine yoğun bir ilgi var; “Ama ülkemize istediğim
kadar fayda sağlamadığımı fark ettim” diyor. Bu yüzden annesi Nilgün Çiçek’le
her engelli bireyin kendi hayatını kolaylaştıran çözümleri diğerleriyle
paylaştığı bir uygulama düşünmüşler.
_Anne-oğul ABD’de yaşarken gezmeyi de ihmal etmedi. 61 yaşındaki Nilgün Çiçek
“Doktorasının ikinci yılında araba aldık, oğlumla istediğimiz her yere gittik.
Hiç boş durmadım. Sabahları yürüyüşe çıkıyordum; bazen o ayrı, ben ayrı
geziyorduk. Kendi başına otobüse binip Santa Cruz’da istediği yere gidip
gezebiliyor; sinemaya, tiyatroya tek başına gidebiliyordu” diyor._
Geçen yıl başladıkları projelerinin adı ‘Yeterly’. “Engelli bireylerin eve
kapanmamaları gerekiyor. Herkes birbirine deneyimini anlatırsa engelli
bireylerin hayatı o kadar kolaylaşır. Silikon Vadisi’nde ilgili vakıfları
gezdik, fikir aldık. Ücretsiz bir mobil uygulama olacak, henüz geliştirme
aşamasındayız” diye anlatıyor Nilgün Çiçek. Muratcan bu süreci “Hayatının ilk
50 yılını evhanımlığıyla geçirmiş bir annenin 60’ından sonra fiziksel engelli
oğluyla girişimciliğe soyunması, Silikon Vadisi’nde yatırım kovalıyor olması”
şeklinde anlatıyor. Nilgün Çiçek’e “Kendinizle gurur duyuyor musunuz” diye
soruyorum. “Evet” diyor tebessüm ederek: “Engelli çocukların aileleri onlarla
ilgilensin, ‘Başaramaz’ demesinler, başarabilecekleri ne varsa araştırsınlar.
Ben çok kitap okudum, boş durmadım. Hep kendimi geliştirdim. Güzel bir
hayatımız var. Birbirimize hiçbir zaman ağır kelimeler kullanmadık. Bana
danışanlara deneyimlerimi anlattım. ABD’deyken bile Muratcan’a fizik tedavi ve
becerisi eğitimi aldırmayı, yürüme makinelerine sokmayı ihmal etmedim.”
**HAYATIMI YAŞADIM**
“Hollanda’ya, İngiltere’ye, ABD’ye giderken yanımızda kimse yoktu; dil
bilmiyordum, zor oldu. Şimdi güzellikleri hatırlıyorum. [Balık
](https://www.hurriyet.com.tr/mahmure/astroloji/balik-burcu/)tutmayı çok
severim, Amerika’da balığa çıktım mesela. Ben de hayatımı yaşadım, kendimi hiç
ihmal etmedim. Sağlıklı, neşeli olayım ki birlikte geçirdiğimiz günler daha
başarılı, huzurlu olsun istedim.”
_Muratcan ve Nilgün Çiçek, bundan bir ay önce ‘Yeterly’ adlı projelerine
yerli yatırımcıların desteğini aramak için Türkiye’ye döndü. yeterly.com
adresine şimdiden kaydolabilirsiniz._
**[Bitcoin](https://bigpara.hurriyet.com.tr/kripto/kripto-para-piyasasi/) ve
[Ethereum](https://bigpara.hurriyet.com.tr/kripto/kripto-para-piyasasi/) ne
kadar?**
**[Bitcoin](https://mbigpara.hurriyet.com.tr/kripto/kripto-para-piyasasi/) ve
[Ethereum](https://mbigpara.hurriyet.com.tr/kripto/kripto-para-piyasasi/) ne
kadar?**