Televizyonun Oscar’ı olarak bilinen Emmy’lerin sinematografi dalında verilen ödülünü bu yıl Mohammed Eyad kazandı. 26 yaşında, Türkiye’de yaşayan, İstinye Üniversitesi’nde radyo, sinema ve televizyon okuyan bu gencin asıl adı Ammar Altesheh. Ülkesindeki politik karmaşa nedeniyle filmin künyesinde gerçek adını kullanamayan Altesheh, ödül getiren ‘The Cave’ (Mağara) belgesel filminin görüntü yönetmeni. Feras Fayyad imzalı filmde Suriye’de hastaneler bombalandığı için bir mağarayı sağlık merkezine çeviren doktor Amani Ballour’un hikâyesi anlatılıyor. Altesheh’le kendi hayatını da altüst eden savaşı ve ödüle giden yolculuğunu konuşmak için Beyoğlu’nda buluştuk.

Sinemaya fotoğrafçılıktan geçiş yapmışsınız. Fotoğrafa ilginiz ne zaman başladı?

Çok küçük yaşta... Arkadaşlarımla ve ailemle birlikte katıldığım etkinliklerde fotoğraf çekmek en büyük hobimdi. Zamanla tutkuya dönüştü. Fotoğrafçılık eğitimi almadım. Ancak çok pratik yaparak becerimi geliştirdim. Arap Baharı’nın başında barışçıl eylemleri fotoğrafladım. Sürecin farklı bir noktaya gelmesiyle fotoğraf çekmek ahlaki bir sorumluluk oldu. Fotoğrafladığım anlarla halkımın acılarını dünyaya aktardım.

Arap Baharı sırasında kadrajınıza neler girdi?

Sivil-askeri ayrımı gözetilmeksizin yerleşim yerlerinin bombalanmasını belgeledim. Daha sonra bulunduğum bölge kuşatma altına alındı. Sivillerin acılarını fotoğraflamaya başladım. 2016’dan itibaren çektiğim görüntüler filmde kendine yer buldu.

‘Mağara’ filminin ekibine nasıl dahil oldunuz?

Dünyaya sesimizi duyuracak profesyonel işler yapmayı dört gözle bekliyorduk. Filmin fotoğrafçılarından olan bir arkadaşım filmden bahsetti. Projeyi duyduğum an çok heyecanlandım ve bir an evvel çekimlerinde yer almayı istedim.

Filmde hikâyesi anlatılan doktor Amani Ballour’la nasıl tanıştınız?

Yeraltına taşınan sağlık merkezlerinden biri olan Al-Kahf Hastanesi’nde tanıştım. Bu arada ‘Al-Kahf’ Arapça mağara demek. Ameliyathanelerde ve mola odalarında tüm sağlık personeliyle uzun zaman geçirdik. Doktor Ballour’un işine bağlılığı, her türlü olumsuzluğa rağmen hastaneyi yönetme uğraşı ve hastaları tedavi etme konusundaki olağanüstü çabası filmi tamamlamamızda en büyük teşvik edici unsur oldu.

Çekimler sırasında sizi en çok zorlayan neydi?

Bulunduğumuz yerin bombalanmasıyla işler çok daha zor hale geldi. Bölgenin güvenlik koşulları lojistik ve teknik destek almamıza engel teşkil etti. İlerleyen süreçte Suriye rejiminin işi tıbbi tesisleri bombalayacak kadar ileriye götürmesi önce can güvenliğimizi düşünmemize sebep oluyordu.

Ödül alacağınızı tahmin ediyor muydunuz?

Çok güçlü filmler vardı, beklemiyordum. Kazandığımız açıklanınca çok sevindim.

ATMOSFERİNE VE İNSANLARINA ALIŞTIKÇA İSTANBUL’U ÇOK SEVDİM

Türkiye’ye gelmeye nasıl karar verdiniz?

2018’in başında Suriye rejimi Doğu Guta bölgesinde şiddetli bir askerî harekâta başladı. Ardından bölge nüfusunun tamamını kuzey Suriye’ye göndermeye karar verdi. Ben de evimi terk etmek ve Suriye’nin kuzeyine gitmek zorunda kaldım. Tam bu sırada üniversite eğitimimi tamamlamaya karar vermiştim. Planlarımı gerçekleştirmem için en uygun yer Türkiye’ydi. Bir süre sonra, daha önce birlikte çalıştığım Anadolu Ajansı’nın yardımıyla Türkiye’ye gelmeyi başardım. Burada üniversite eğitimi almak için çok çaba sarf ettim ve İstinye Üniversitesi’ne girmeyi başardım. Şu anda üniversitedeki ilk yılım. Radyo, sinema ve televizyon bölümünde okuyorum. İstanbul’daki hayatımın başlangıcında dil engelinin yanı sıra çevrenin ve toplumun değişmesi beni zorlayan faktörlerdendi. Ancak şehrin atmosferine ve insanlarına alıştıkça İstanbul’u çok sevdim.

Gelecek hedefleriniz neler?

Hayatımın en zor günlerinde benim için daha da anlam kazanan fotoğrafçılık en önemli önceliğim. O yüzden önce eğitimimi tamamlamak istiyorum. Sonra Suriyelilerin hikâyelerini anlatan projeler üzerinde çalışmaya devam edeceğim.

‘The Cave’ hem Sinematografi dalında hem de BelgeselFilm Yapımcılığı dalında Emmy aldı. 2020’de Akademi Ödülü’ne aday gösterildi, Toronto Uluslararası Film Festivali 2019’da Seyirci Ödülü’nü kazandı.