• Dünyanın en huzurlu setiydi! (hurriyet.com.tr)
    by acar_muhabir            0 Yorum     magazin     

  • Tanınmış ve başarılı yönetmen Reha Erdem’in internet üzerinden, Zoom vasıtasıyla çektiği son filmi ‘Seni Buldum Ya!’ öyküsüyle de Türkiye’deki ilk pandemi dönemi filmi diyebiliriz. Ayrıca çok kuvvetli bir kadroya sahip; Serkan Keskin, Nihal Yalçın, Bülent Emin Yarar, Ezgi Mola, Taner Birsel, Tilbe Saran, Esra Bezen Bilgin, Tansu Biçer ve Ecem Uzun filmde rol alan oyuncular. 13 Mart’ta MUBI adlı platformda seyirciyle buluşacak filmi, ‘Seni Buldum Ya!’yı Erdem’le konuştuk...

    Gördüğüm kadarıyla ‘Seni Buldum Ya!’ ‘pandemi dönemi’nin ruhunu ve daha da önemlisi koşullarını yansıtan Türkiye’de çekilmiş ilk film. Belki de dünyada da... Bu fikir hangi dinamiklerle ortaya çıktı?

    Evde tıkılı kalma dinamiği ve de mecburiyetiyle ortaya çıktı. Tam dışarıda bir filme hazırlanırken, birden film çekmenin uzun süre bekleyeceği endişesiyle giriştim aslında.

    Oyuncu kadrosu bir tür ‘Rüya Takım’. Bazılarıyla daha önce çalışmıştın, bazıları da ilk. Bir de galiba filmde birçok sahne birbirinden bağımsız çekildiği için oyuncular bir araya gelmedi. Ya da bir kısmı gelmedi diyelim. Bu açıdan da ilginç bir set olmalı...

    Bir fikrim vardı, oradaki figürleri onlarla hayal etmek istedim. Hepsine “Böyle bir şey yapmaya var mısınız?” dedim, “Varız” dediler. Oturup hepsini tek tek hayal ederek yazmak da çok zevkli oldu. Evet, hepsi şahane oyuncular! Nihal Yalçın, Ezgi Mola ve Tansu Biçer’le daha önce çalışmamıştık. Hatta Nihal’le yüz yüze hâlâ karşılaşmadık... Oyuncular direkt bana karşı oynadıkları için birbirlerini de hiç görmediler. Evet, belki de dünyanın en huzurlu setiydi, sadece yönetmen ve bir oyuncu!

    Çekimler nasıl geçti? Zoom’la bir film çekmenin farklılıkları, zorlukları, varsa avantajları neydi? Biraz perde gerisinden bahsetsen...

    Çok güzel geçti. Öncelikle dediğim gibi oyuncu arkadaşlarımın şevkle ve zevkle ve de büyük bir cömertlikle katılmaları beni iyice coşturdu diyebilirim. Zaman zaman yaşadığımız internet kesintileri dışında hiçbir zorluk olmadı galiba. Bilgisayar ekranından beraberce dekorları, kostümleri yaptık, danslarını çalıştılar, farklı şeyler denedik... Ben en çok bu sözü seviyorum: Beraber denedik!

    ‘Seni Buldum Ya!’ sanırım en farklı Reha Erdem filmi olacak. Hem görsel dili hem de anlattıkları itibariyle... Bu konuda neler söylersin?

    Ben her filmde denemeyi seviyorum zaten. Bu film de benim için format ve çalışma biçimi anlamında büyük bir deneme oldu ve bana uzun süredir hayalini kurduğum prodüksiyonu hafif ve o ölçüde de özgür işler yapma yolunu iyice açtı. Şu an mesela genç yönetmen arkadaşım Deniz Tortum’la beraber (o Amerika’da, ben burada) bir film yapıyoruz. Hem çekiyoruz, hem montajlıyoruz, hem yazıyoruz, aynı anda.

    Reha Erdem filmleri genellikle ‘büyüme öyküleri’dir. ‘Seni Buldum Ya!’nın bence büyüyen karakteri de belki finali itibariyle Felek (Serkan Keskin). Büyüme meselesi hakkındaki görüşün nedir?

    Büyümenin en büyük acısı ‘kıstırılmışlık’ duygusuyla mücadelede başlar. ‘Seni Buldum Ya!’nın dolaştığı alan da o ‘kıstırılmışlık’ duygusu. Belki zaman zaman büyüme acılarını hatırlatan o meşum duygu! ‘Evlerinde kıstırılmış insanları kıstırmaya çalışan kıstırılmışlar’ diyebiliriz... Felek’in bir anlamda saf çocuksuluğu çekiciliğini sağlıyor sanki... Kadınların hemen hepsi onu ele geçiriyor bir anlamda... Erkeklerse ya hırpalıyor, ya kandırıyor ya da pazarlık peşinde mücadele ediyor.

    Reha Erdem filmlerine çok özel şarkılar damga vurur. Bu kez film, ismini direkt olarak bir şarkıdan (beste Orhan Gencebay, icra Neşe Karaböcek) alıyor...

    Müzik en büyük ilham kaynağı tabii. Beğendiğim her tür müziği bir kenara atıyorum. Bir projeye başladığımda bazıları gelip kendiliğinden yerlerini alıyorlar...

    Bir de bazı şarkılarda telif sahipleriyle sorun yaşamışsın, onlara da değinebilir misin?

    Evet en büyük zorluğu o oldu filmin. Kullandığımız parçalardan birinin telif hakkını bir miras problemi nedeniyle alamadık ve aylar sonra o sahneyi yeniden çekmek zorunda kaldık. O süreçte de Ezgi Mola’nın pürüzsüz desteği ve yeni parça için Naim Dilmener’in yardımlarını unutmayacağım.

    Birçok hayat kâbusa döndü

    ‘Pandemi dönemi’ senin için nasıl geçti? İnsanlığın gidişatı, ilişkiler, en basit rutini bile özleme hali, işlerini, hayatlarını kaybedenler; tüm bu yaşananlara ilişkin yorumun nedir?

    Tabii aynı zamanda çok acılı bir süreç bu. Zaten bıçak sırtında giden birçok hayat kâbusa döndü; işsizlik, yoksulluk, umutsuzluk... Bir sürü genç tanıyorum, umutla hevesle yaşadıkları üniversite-kampüs hayatlarından bunaltıcı ‘baba’ evlerine tıkıldılar, hayatlarını ‘ev’ dışında yeşertmeye, kendi ayakları üzerinde durmaya çabalayan bir sürü kadın başa dönmek zorunda kaldı. Ama ben yine de bu sürecin sonuçta herkese hayırlı olabileceğini umut etmek istiyorum.

    ‘Normal’e döndüğümüzde çekeceğin yeni bir proje var mı?

    Var, evet. Pandemi öncesi çekmeye hazırlandığımız ve sürekli ertelemek zorunda kaldığımız ‘Neandria’ var. Arada yeni bir şey çıkmazsa o proje bekliyor bizi.

    Pek çok değerli sinemacı keşfettim

    ◊ Bu dönemde insanlar adeta sinemaya sığındı. Evlerde çokça film ve dizi izlendi. Sen neleri izledin, neleri beğendin, sana heyecan ya da umut veren işlere rastladın mı?

    Beğendiklerim içinde ilk aklıma gelen Pietro Marcello’nun ‘Martin Eden’ı var, uzun süredir bu kadar heyecan veren bir film izlememiştim. Film sayesinde Pietro Marcello’yu da tanımış oldum, önceki filmleri de çok değerli. Ayrıca onun sayesinde bir başka büyük sinemacıyı, Artavazd Peleshian’ı keşfetmiş oldum. Dizi olaraksa yeni olmamasına karşın bu süreçte izlediğim ‘The Terror’ın, Jarred Harris’li ilk sezonu unutulacak gibi değil benim için.

    Sinemanın alanı her anlamda genişledi

    ◊ Salgındasinema salonları kapanınca televizyon ya da bilgisayar ekranı, en önemli gösterim alanı oldu. Yer yer “Tekrar salonlara dönecek miyiz?” ya da “Artık film izleme eylemi evlerde gerçekleşecek” tartışmaları başladı. Platformların varlığı da bu tartışmaları alevlendirdi. Bu konuda senin görüşün nedir?

    Ben bu sürecin hem yapım hem de gösterim anlamında sinemanın alanını genişlettiğini düşünüyorum. Sinemanın tanım alanı da genişledi bana göre. Az da olsa ‘iyi’ bir dizinin ya da zaman zaman YouTube’da rastladığımız küçük kuvvetli bir videonun, telefonla çekilmiş yenilikçi bir belgeselin hepsi artık adına ‘sinema’ dediğimiz görsel-işitsel sirkin içinde yer alıyor. Salonda, bilgisayarda, telefonda seyretmenin farklı farklı etkileri olsa da bu kısıtlayıcı değil zenginleştirici bir durum bana göre.

    Reha Erdem’in filmi karantinayı fırsat bilip çevrimiçi bir suç ağı kurmuş iki dolandırıcının hikâyesi... Bu ağa yakalanan insanların yaşadığı trajikomik olayları anlatıyor.