Bu hafta raflarda yerini alan ‘Hesap Lütfen!’ gazeteci Nurhak Kaya’nın [Vedat
Milor](https://www.hurriyet.com.tr/haberleri/vedat-milor)’la, yaşamın çeşitli
alanlarına dair yaptığı çok kapsamlı bir nehir söyleşi, Milor’un görgü ve
bilgisini samimiyetle aktardığı bir başucu kitabı...
ABD’de yaşayan yazarımızı yeni kitabı hakkında söyleşmek üzere aradığımda
orada öğlendi ve yemekteydi. Hemen “Ne yiyorsunuz” diye sordum merakla.
İncecik bir dilim kızarmış ekmek üzerinde avokado ezmesi ve onun üzerinde turp
dilimleri, yanında da birkaç çilek yemekteydi. İnsan bu ‘hafif’ menüye
şaşırıyor haliyle... Meğer birkaç gün içinde ailece ‘bol yemekli’ bir New York
seyahatine çıkacaklarmış, öncesinde hafif beslenmeye çalışıyormuş. Bu
görüşmemizden hemen sonra Instagram’da, seyahatinden videolar paylaşmaya
başlayan Vedat Milor’un uzun saçlarıyla ilgili esprili videosu da pek
konuşuldu. Ben de röportaja bu soruyla başladım...
**Vedat Bey, eşiniz atkuyruğuna karşıymış! Takipçilerden destek
istemişsiniz... Twitter’da da esprili bir tarzınız var. Sosyal medyayla
ilişkiniz nasıl?**
Bizim gibi ülkelerde en güçlü diyalog türü birçok nedenden ötürü hiciv.
Elbette bunun gerisinde yapmak istediğim şey bazı ciddi gerçeklerle ilgili...
Ama bu gerçekleri dile getirmenin, dikkat çekmenin, düşündürmenin en iyi
yolunun hiciv olduğunu düşündüm. Buna çok iyi cevap verenler var. Takipçilerin
bazılarıyla aramda ortak bir dil oluştu artık. Onlar da anlıyor ve hicve
hicivle cevap veriyorlar. Güzel bir topluluk oluştu.
**YÜZDE 90, AZİZ NESİN’LİK**
**Saç konusunda ne dersiniz?**
İnsanımız her şeyden çok fiziksel özelliklere dikkat ediyor. Toplumumuzun
yüzde 90’ı tam Aziz Nesin’lik! Ben de insanların eğlendiğini görünce
eğleniyorum. Elbette pandemiden dolayı saçımı kestiremedim. Şimdi de hoşuma
gitti, böyle duruyor. Zamanı gelince kestireceğim. Çünkü bazen sabahları önümü
göremiyorum saçlardan! Her gün uyanınca aynı yüzü görmekten sıkılmıştım
aslında, böyle farklı bir yüz gayet hoş, matrak oldu. Şu an ev halkı da
beğeniyor saçımı. Eşim dövmeye ve atkuyruğuna karşı. Dövme konusunda beni ikna
etti ama atkuyruğu konusunda aile içinde tartışma bütün hararetiyle devam
ediyor. Yani konu uzatmalara kalacak gibi!
**‘Hesap Lütfen!’ hayata dair tecrübe ve fikirlerinizi samimi şekilde
paylaştığınız bir[kitap](https://www.hurriyet.com.tr/haberleri/kitap)...
Zorbalıklardan bahsettiğiniz bölüm çok ilgimi çekti. Örneğin, bizde bir
‘hayır’ deme problemi vardır. Bu konuyu nasıl yönetebileceğimizi çok güzel
ifade etmişsiniz. Kişisel alanımıza girilen durumlarda kibarca ‘Hayır’
diyorsak ve birileri buna bozuluyorsa bu artık onların problemi. Yaşla
birlikte kişi kendini daha iyi tanıyıp net olabiliyor sanırım... **
Kesinlikle öyle. Tabii ki bazı şeyler pat diye olmuyor. Bu dediğiniz doğuştan
gelen bir özelliğim değil ama yaşayarak gördüğüm ve sonradan geliştirdiğim bir
özellik. Çünkü aksi takdirde kendiniz zarar görüyorsunuz. Yani insanların
aslında umurunda değil...
**ZORBALIĞIN SINIRI YOK!**
**Lisede arkadaşlarınızla aranızı iyi tutabilmek için babaannenize her gün 5
şişe portakal suyu sıktırdığınızı anlattığınız bir hikâye var. Bayağı
zorbalığa maruz kalmışsınız...**
Çok önemli bir hikâye o gerçekten. Erken yaşta aldığım hayat derslerinden
biri... Ve aslında orada o psikoloji yüzünden iki kez kalp krizi geçirmiş, 60
yaşını geçmiş bir kadına da haksızlık etmiş oluyordum. Şımarık, bacak kadar
çocukların hizmetçisi durumuna düşmüş oluyordu babaannem. Sonra birden kestim
okula portakal suyu götürmeyi. Zorbalığın sınırı yok çünkü.
**Özgüvenle ilgili, 19 yaşında yaşadığınız bir duygusal hikâye var. Arkadaş
grubunda, aslında hoşlandığınız ama o size yaklaşmaya çalıştığında
terslediğiniz bir kız, sonra size hiç yaklaşmamış. Yıllar sonra
karşılaştığınızda da o zaman sizden hoşlandığını anlatmış...**
Bazen utangaçlık ve özgüvenin olmaması, kırıcı bir şeye dönüşebiliyor. Aslında
sorun sizde fakat bunu başkasına yansıtıyorsunuz
ya da onu gereksiz yere kırıyorsunuz. Oradaki benim haleti ruhiyem... Yani
“Böyle bir kız benimle birlikte olmak istemez, ancak alay eder” gibi şeyler
düşünüyorsunuz mesela. Çünkü öyle bir şey olmuştu. Daha 16 yaşında değildim.
Ailemle seyahat ediyordum, Türkiye dışına çıktık bir gemiyle. Orada havalı
kızlar vardı. Birine çekinerek yaklaşmıştım, işte “Çok güzelsiniz, sizinle
arkadaşlık etsek” gibi bir şey dedim. O da bana “Sübyan, aynaya bak” dedi.
Normal aslında.
19 yaşında bir kız tutup da 15 yaşında bir çocuğa ilgi duymaz tabii. Ama çok
bozulmuştum. Şimdi düşününce, ikinci olayda hâlâ onun korkusu devam ediyordu.
**Sonra ne zaman ‘açılmaya’ başladınız?**
‘Şu gün’ diye bir şey yok tabii ama lise sonda ilk ciddi flörtüm oldu. Sonra
da yavaş yavaş... Yani beğenildiğini, ilişki kurabildiğini görünce insanın
güveni geliyor.
**Belli ki eşinizle çok özel bir ilişkiniz var. O elektronik mühendisi, nasıl
tanıştınız?**
Ben doktoramı bitiriyordum o sırada. Berkeley öğrenci kenti olduğu için her
yerde gençlerin toplandığı, çalıştığı kafeler vardır. Arkadaşımla bir kafede
oturuyordum. Tanıdığım başka bir kızla birlikte Linda geldi. Ellerinde
kitaplar falan... “Buyurun, bizim masada oturun” dedik. O şekilde tanıştık.
Saat geç olunca “Bir yere gidip bir şeyler içelim mi” dedik. Kızlar sezgisel
olarak anlıyor tabii. Benim odak noktam Linda’ydı daha çok, “Ben gelirim”
dedi. Gittik, konuştuk. Sonra telefonlarımızı aldık. Öyle gelişti yani.
Aradım, tenis oynamaya davet ettim.
O sırada yurtta kalıyordu. Yurtta da yemekler 19.00’da bitiyor. Tenis biraz
uzadı, saat 19.00’u geçti. Ben de “Yemeği kaçırdın. İstersen yemeğe çıkalım”
dedim. Kabul etti. Biraz tuzak kurmuştum kendimce tabii, özellikle saatten
bahsetmedim.
**YEMEK YAPAMAM, HAYIR**
**Eşinizi de yemekle tavladınız!**
Ama alakası yok yani, farkındaymış zamanın, o da onu bekliyormuş.
Tanıştığımızda gastronomi ikimizin de önceliği değildi. Büyük ölçüde birlikte
gelişti damak zevkimiz.
**Siz evde yemek yapar mısınız?**
Yapmam, hayır. Yeteneğim yok. Ama çok güzel fikir veririm. Eşimin de işi çok
yoğun. Emek yoğun yemekler yapmaz ama mesela balığı çok iyi pişirir,
kurutmadan... Genelde evde daha basit yeriz. Birlikte seyahat etmeyi çok
severiz. Yoğun çalışanlar, gündelik hayat içinde birlikte vakit geçirme şansı
bulamıyor pek. Bir de her ne kadar dünyanın en güzel şeylerinden biriyse de
çocuk sahibi olmak, birbirine ayırdığın zamanı azaltıyor. Bu açıdan seyahat
etmek daha da önem kazanıyor. Ayrıca evde olsak bile zaman zaman hiç
[yemek](https://www.hurriyet.com.tr/lezizz/yemek-tarifleri/) yapmayız. Çünkü
kadının evde, mesela iki hafta yemek, ev işi yapmaması, bunları düşünmemesi
lazım bence. Yani “Aman ben Vedat Milor’la evliyim, mutlu etmek için Fatma
Hanım gibi mantı yapmayı öğreneyim” gibi bir kaygısı olmamıştır Linda’nın.
**Kitapta kültür ve dünyaya bakış açısı olarak ABD’ye hiçbir zaman tam
anlamıyla uyum sağlayamadığınızı söylemişsiniz. Eşinizle kültür farkını nasıl
aştınız?**
Yani kendisi de ABD’ye uymuyor bence. Çünkü ABD’de yaşayan aydınların birçoğu
ABD’den mutlu değil. Genelgeçer sistemin çok dışındalar. Linda da öyle. Bir de
belli bir zekâ düzeyinde olduğunuz zaman o toplumdan bir yerde
soyutlanıyorsunuz. Bunu övünmek gibi falan söylemiyorum ama.
**Toplumsal dayatmalara boyun eğmediğinizi söylüyorsunuz...**
Hiçbir zaman toplumun etkisini üzerimde hissetmedim. Hissettiğim an kendimi
çekiyorum zaten.
_Uzun yıllar tenis oynayan Vedat Milor, eşi Linda’yı ikinci buluşmalarında
maça davet etmiş: “Yurtta kalıyordu. Maç uzadı. ‘Yemeği kaçırdın, istersen
yemeğe çıkalım’ dedim kabul etti. Kendimce tuzak kurmuştum.”_
**ÖNEMLİ OLAN YÜKSEKTEN ATMAMAK**
**Gastronomi kültürüyle ilgilenen birinin elitist görülmesi durumu var bir
de... ABD’de vasat bir arabaya binerken ya da kirada otururken şaraba çok para
vermeniz yadırganıyormuş. Öte yandan ülkemizde çok insan sizi sempatik buluyor
bence. Sizce neden bu?**
Aslında hiçbir zaman zengin olmadım ben. Sadece para harcama tercihlerim
farklı. Ama şu da var, ben insanların tercihlerine de saygılıyım. Biri benim
beğendiğim bir şeyi beğenmediğinde bunu hiçbir zaman kişisel almıyorum.
Kendini bir konuda geliştiren herkes diğerlerini küçük görecek olsa kimsenin
kimseyi beğenmediği, herkesin burnu havada dolaştığı çok komik bir toplum
olur. Yani önemli olan ilgin varsa öğrenmeye çalışmak, yüksekten atmamak,
bildiğinden daha fazla konuşmamak. O açıdan elit değilim hiçbir zaman. Açığım,
saklamıyorum, bildiğim kadar bildiğimi söylüyorum. Bilmediğime bilmiyorum
diyorum, konuşmuyorum o konuda. Belki insanlar bunu görüyor yani.
**CANIM DEREOTLU BAKLA ÇEKİYOR**
**Pandemi yüzünden uzun süredir Türkiye’ye gelemiyorsunuz. En çok ne yemeyi
özlediniz?**
Tabii ki iyi kuzu severim, kalkana ve lüfere bayılırım ama canım bu sene en
çok şöyle bol dereotlu güzel bir bakla çekiyor.
_Pandemide saçı uzayan Milor ve kızı Ceylan Handan._
**Başkalarıyla yemeğe gittiğinizde zorlandığınız noktalardan bahsetmişsiniz.
Özellikle de şarap seçimi konusunda… Başka ne rahatsız eder sizi?**
İyi bir lokantaya gittiğimiz zaman birinin diyette olduğunu söyleyip salata
istemesi… “Sen bana bakma, istediğini söyle” diyorlar ama öyle olmuyor,
yanındakinin de morali bozuluyor böyle bir durumda. Birlikteliği bozuyor yani.
Bir de popüler bir lokantaya gittiğinde, yediklerini algılamaktan çok elde
edeceklerini sandıkları statülere para harcayanlar var. Bu sayede de
başkalarından geri kalmadıklarını düşünüyorlar. Bir yandan da kendileriyle
barışık olmadıkları için hep ‘başkalarına göre eksik’ hissediyorlar.
_Uzun yıllar süren başarılı evliliğin sırrını “Eşinize her gün, sanki daha
yeni tanışmış gibi kur yapmak” sözleriyle anlatan Vedat Milor’un albümünden
kareler: Eşiyle (en üstte, sağda), annesi Selma Keşmir ve babaannesi Handan
Milor ile (üstte, solda), Kemer Club Med’de tatilde (üstte), ABD’de (sağda)._
****
**AMACIM BİR FORMÜL VERMEK DEĞİL**
**Kitapla ilgili vurgulamak istediğiniz bir nokta var mı?**
Kitabın amacı başkalarına formül vermek değil. Kitaptaki ve hayattaki bütün
amacım ‘life style’ bayağılığından ve kolaycılığından uzak durmak. İnsanlar
hep gurular arıyor kendilerine ve çok kolay manipüle ediliyorlar. Zaman zaman
çok moda olan hayat koçluğu, kişisel gelişim kitapları bana çok bayağı
geliyor. Hiç kimseye faydası yok. Tamamen bir çeşit sömürü ve kandırmaca.
Ciddi sorunlara palyatif tedbirler… Ve dikkat ederseniz bu tip konularda
söylenenler birbiriyle çelişiyor. Örneğin, iş konusunda sevdiğin işi
yapacaksın, iş arkadaşlarınla dost ol, onlara karşı açık ol. Tamam güzel.
Sonra ne oluyor, aleyhine kullanılabiliyor, açık vermiş oluyorsun. Çünkü
söylendiği kadar basit değil bu işler. Basit formüller sunan bir kitap değil
yani bu.
_Vedat Milor, yemek yapamadığını, yeteneği olmadığını ve evde basit
yiyecekler hazırladığını söylüyor. Söyleşi için aradığımızda öğle yemeğini
yiyordu (üstte solda). Eşi Linda’yla (üstte ortada) çıkacağı gastronomik
seyahat öncesi hafif bir ‘mide dinlendirme’ tabağı..._
**GAZETECİ NURHAK KAYA: HAYATI ANLAMLANDIRMAK İSTEYENLER İÇİN BİR YOLA ÇIKIŞ
KİTABI**
**Nurhak Bey, projenin ortaya çıkışını anlatır mısınız biraz?**
İnsanlar kolay hayatlar yaşamıyorlar; her alanda zorbalara maruz kalıyor,
yapay otoriteler tarafından korkutuluyorlar. Uğrunda yaşama arzusu
taşıyabileceğimiz bir gaye bulamadıkça boşluğa düşüyoruz. Günü kurtarmak için
anlık hazların peşinden gidiyor, hikâyenin sonunda, hayal kırıklıkları ve
pişmanlıklarla baş başa kalıyoruz. Toplumun genelinde rastladığım bu sorunlara
bir çıkış yolu üretmek için, 2019’da Vedat Milor’u aradım. Önerim, Milor’un da
epey ilgisini çekmiş olacak ki; “İnsanların hayatına nasıl dokunabiliriz” diye
düşünerek birlikte yola çıktık. Amacımız, yönünü bulamamış kişilere gerçekçi
bir yaşam reçetesi sunmak, başka bir dünyanın da mümkün olabileceğini
tecrübeler aracılığıyla aktarmaktı. Kişisel gelişimcilerin dayattığı sahte
umutlara karşı; Erich Fromm’un, Bertrand Russell’ın, Henry David Thoreau’ün de
yaptığı gibi, merkeze gerçekliği koyan bir dili benimsedik.
**Bu kitabı neden okumalıyız?**
Bu kitap; erdemli olma gayesi taşıyan, yaratıcılığı önemseyen, hayattan keyif
almak isteyen, ilişkilerinde içtenlik kaygısı güden, başkalarına ve herkesten
önce kendine saygı duymak isteyen insanlar için bir köprü, kendini tanımak
için bir vesile, hayatı anlamlandırmak isteyenler için bir yola çıkış kitabı.
**Vedat Bey çok yönlü bir aydın. Sizi en çok etkileyen tarafları neler
oldu?**
Çocukluğumdan itibaren bana yol gösteren, yargılanmadan öğrendiğim dostlarım,
büyüklerim oldu. Vedat Bey de bu güzide insanlardan. Psikiyatr Carl Gustav
Jung “Kuramları iyi öğren ama yaşayan ruhun mucizesine dokunduğunda onları bir
yana bırak” der. Milor bu anlamda hem kuramlara yeterince hâkim hem de yaşayan
ruhun mucizesine dokunabilen, hayatın içinde, şahsına münhasır bir aydın.
**KİTAPTAN BİR BÖLÜM...**
“Özellikle şarap için çok para harcamışımdır. Öyle ki Dünya Bankası’nda ilk
çalıştığımda elime geçen paranın hemen hemen üçte ikisini şaraba yatırmıştım.
Çünkü bekârdım ve fazla harcama yapmıyordum. Daha sonra şaraplarımı sigorta
ettirmeye çalıştım. Ama ilkin bunu da gerçekleştiremedim çünkü bunun için
evvela bir ev sahibi olmak gerekiyordu. Ben kirada oturuyordum, ev alacak
param da yoktu. Ev almak için yüzde 20’yi önceden kapora olarak vermek
gerekiyor. O yüzde 20’yi biriktirecek durumda değildim, çünkü şaraba
harcıyordum. Kısırdöngü. Sigortacı bu işe çok şaşırmıştı. ‘İlk defa bu kadar
pahalı şarapları olup da 1.000 dolarlık bir evde oturan birini görüyorum’
demişti. ‘Bu gerçekten klinik bir vaka!’ diye de eklemişti ve öyleydi
hakikaten.”
Hesap Lütfen!
Söyleşi:
Nurhak Kaya Proje Editörü:
Yenal Bilgici
Kronik Kitap
**[Bitcoin](https://bigpara.hurriyet.com.tr/kripto/kripto-para-piyasasi/) ve
[Ethereum](https://bigpara.hurriyet.com.tr/kripto/kripto-para-piyasasi/) ne
kadar?**
**[Bitcoin](https://mbigpara.hurriyet.com.tr/kripto/kripto-para-piyasasi/) ve
[Ethereum](https://mbigpara.hurriyet.com.tr/kripto/kripto-para-piyasasi/) ne
kadar?**