Yazar [Zeynep Bugay](https://www.hurriyet.com.tr/haberleri/zeynep-bugay)’ın
kısa bir aradan sonra çıkardığı ikinci kitabı “Proti Adasının Esrarı” raflarda
yerini aldı. İddialı fantastik seriler arasında yerini almaya hazırlanan
‘Proti Adasının Esrarı’ büyülü, sırlarla dolu farklı bir dünyaya yolculuk
etmek isteyen okurlar için, yazarın yaşadığı
[Kınalıada](https://www.hurriyet.com.tr/haberleri/kinaliada)’dan yola çıkarak,
terkedilmiş bir kedinin; hayat yolunu, annesini ve kaybettiği sevgiyi arayan
naif hikayesini bizlerle buluşturuyor.
Artemis Yayınları’ndan çıkan ve heyecan dolu bir dünyanın kapılarını
aralayacağınız romanın yazarı Zeynep Bugay ile ilham aldığı Kınalıada’yı ve
kendi hayatının izdüşümünü kurguladığı fantastik hikayeyi konuştuk.
**İlk kitabınız “Sevgili Nasıl Bulunur”dan sonra, şimdi ikinci kitabınız
“Proti Adasının Esrarı” ile karşımızdasınız… Neler anlattınız yeni
kitabınızda?**
Annesi tarafından adada sokağa atılan bir kedinin gözünden çetin bir hayatta
kalma mücadelesi ve annesine geri dönüş yolu arayışında adanın bilinmeyen ve
gizemli bambaşka bir yüzüyle karşılaşması, yaşayacakları ve yapacağı seçimler
üzerinden ruhunun, tüm yaşantısının ve hatta yola çıkış arzusunun bile tamamen
değişeceği bir öykü kurguladım. Hikayenin kahramanı olan kedi (Mırmır) başına
gelen her türlü olumsuzluğa, çekmek zorunda kaldığı fiziksel ve manevi
yoksunluklara, yalnızlık acısına rağmen erdemli davranmayı tercih ederek
kötüye tenezzül etmeyen, içinde bulunduğu karanlık tünelden gerçek sevgi ve
güven arayışı uğrunda akılcıl seçimleri, gönlünü dikkatli dinleyen tarafı,
vicdanı, merhameti ve cesaretiyle çıkmaya çalışırken, tüm insanların ortak
duygusal ihtiyaçlarını bizlere hatırlatsın, hepimize bilinçli olarak iyiliği
seçmenin, yeri gelince kendi arzu ve ihtiyaçlarımızdan feragat edebilmenin ne
denli kıymetli meziyetler olduğunu düşündürtsün istedim. O tüm bunları parasız
bir dünya olarak kurguladığım o ütopik adada, liyakat ve feragat unsurlarına
sadık kalarak, üstünlük ya da eşitlik sıfatlarını belirleyecek geçerli akçenin
gönül, iç ses ve sezgilere kulak vermek, “ben” olgusundan ziyade kolektifi
hatırlamak ve hizmet etmekten, feragatten kaçınmayarak yapıldığını
deneyimleyecek.
**“YOLA ÇIKARKEN AMACIM ÇOCUK KİTABI YAZMAKTI”**
**Kınalıada’da geçen sokak hayvanlarıyla ilgili bir çocuk kitabı bulacağımı
umuyordum ama siz fantastik bir mitolojik masal yazmışsınız! Uzun zamandır
kurguladığınız bir masal mıydı bu?**
İlk kitabım komedi türündeydi ve seri olarak yazmayı tasarladığım bir öykü
dizisiydi. Ancak mizah, hayatınızda cereyan eden olaylardan bağımsız olarak
kaleme alabileceğiniz bir tür değil. Nitelikli gülmece unsurunu yazıya
dökebilmek, anlattığınızda sıradan veya vasat olmamak istiyorsanız ki kim
ister, tamperamanı çok yüksek bir kurguyu ve olumlu bir duygu durumunu devam
ettirmenizi gerektiriyor. Kızımın doğumuyla birlikte özel hayatımda cereyan
eden ciddi birtakım güçlüklerden ötürü ben o seriye ara verme gerekliliği
duyumsadım. Çünkü duygularım annelik, yalnızlık, loğusalık gibi ciddi etmenler
özelinde mizahtan çok uzağa doğru seyrediyordu. Yazının benim hayatımda ciddi
bir sağaltım unsuru olması ve yazdıklarımla okuyucuya farklı bir bakış açısı
sunarak, başka türlü düşündürerek hizmet ettiğime de inandığım için yazı
yazmaktan tamamen kopamayacağımı biliyordum. Bu sebeple, uzun yıllardır farklı
alanlarda eğitimlerini aldığım birtakım konuları harmanlayarak bambaşka bir
alanda, var olanın gizli yüzlerini anlatabileceğim, farklı kapılar aralayıp,
kendi sıkıntılarımı da bambaşka süzgeçlerden geçirebileceğim ve kendim için,
okuyucu için bir umut ışığı oluşturabileceğim apayrı bir tarzda yazmak
istedim. Yola çıkarken çocuk kitabı olabileceğine inandığım bu öykü kendi
boyunu çok aşarak ve şayet seri benim tasavvur ettiğim şekilde yayınlanmaya
devam ederse, gittikçe karanlıkla olan temas, mücadele ve çatışmasını
artırarak çok geniş bir yaş aralığına konuşur hale geldi. Çok uzun yıllardır
bunu yazmak istiyordum, tasarlamıştım diyemem ama alt yapısını oluşturan
eğitimleri 2009 senesinden bu yana çok büyük bir zaman, özveri vererek
alıyorum dersem ne denli bir uzun soluklu çaba olduğunu dört dörtlük ifade
etmiş olurum sanırım…
**Arkaik bir Pers dili olan Avestaca’dan tanrı isimleri kullanıyorsunuz
kitabınızda… Bu dile ve mitolojiye olan ilginiz nereden geliyor?**
Zerdüştlük, Mitraizm gibi konularda özel eğitimlerle bilgi ve yapısallıkları
manasında donanımlandırıldım. Üzeri örtülmüş, unutulmuş o alanlardan birtakım
unsurları gün ışığına çıkartıp, farklılaştırarak öyküye harmanlamanın çok
keyifli olduğunu düşünüyorum.
**“İNSANOĞLU YILDIZ TOZUNDAN MÜTEŞEKKİL”**
**Ana karakteriniz kedi Mırmır, Kraliçe’yi bulmak için harekete geçtiğinde
fark etmeden Yeryüzü ve Gökyüzü’nü birbirine bağlıyor. Bunun anlamı nedir ve
sizce bu sadece Ada’da mı mümkün?**
Gökyüzü ve yeryüzü sanılanın aksine birbirinden bağımsız değildir, tam da
tersine birbirini ciddi şekilde etkilemektedir. Aksi söz konusu olsa
Hermetikler “Yukarısı nasılsa aşağısı öyledir” diyerek yıldızların göksel
konumlarının bizim hayatımıza çok net etki eden, seçim ve kaderlerimizi
etkileyen ana unsurlar olduğunu vurgulamazlardı. Mırmır, özel ve eksepsiyonel
bir görüşme yapmak için yeryüzüyle gökyüzünü belli bir ay fazında, bir ritüel
dahilinde birbirine kenetliyor. Bunu yapmak mümkün müdür sorunuza gülümseyerek
sadece şu yanıtı vermek istiyorum, insanoğlunun yıldız tozundan müteşekkil
olduğunu varsaysak, ritüellere gerek olmadığı sonucuna varırız. Birey,
tefekkür yoluyla gökyüzü ve kainata dair her türden unsurla irtibata
geçebilir.
**Doğanın kendine özgü bir bilgeliği var, ancak Mırmır adanın esrarını çözmesi
için bazen Mevlana’dan bazen de Nazım Hikmet’ten feyz alıyor. Bunları da
Öğretmen Annesi’nden öğreniyor. Sizce doğanın insanlara ihtiyacı var mı? Ya da
şöyle sorayım, doğanın bilgeliği ve insanın bilgisi ne zaman, nasıl bir araya
gelmeli?**
Sulak alanları, arkeolojik değerleri, ormanları rant uğruna talan eden,
betonlaştıran, hayvanlara keyfine işkence eden, tecavüze maruz bırakan,
doğrayan, katleden cani türden insanoğluna doğanın da hayvanın da ihtiyacı
olduğunu düşünmüyorum. Dünyamız dişi unsuru temsil eder, Gaia olarak
adlandırılır. Gaia da bizler gibi nefes almakta yani yaşamaktadır ve insanoğlu
ne yazık ki üzerinde barındığı Gaia anayı yaralamaktan, bu açtığı yaraların da
karşılıklılık prensibi dahilinde kendi yaşantısına benzeri yara bere ve
noksanlıklar olarak döneceğinden inatla bihaber davranmaktadır. Doğanın
kutsiyetine modern çağ paganlar kadar önem atfetmeyebilir ancak doğanın
varoluş hakkı ve yollarına tecavüz etmek onun yavrusu olan bitki örtüsü,
sular, hayvanlar gibi unsurları bile isteye örselemek hiçbir dönemin doğru
görebileceği bir yaklaşım değildir. İnsanın doğaya saygı duyup, bu çiğliğine
son vermesi gerekiyor. Bunun için Mırmır gibi donanımlı olmaya, özel alıntılar
yapmaya da gerek yok. Yaratılmış her şeyin eşit olduğunu ve zarar vermeme
prensibi üzerinden (ahimsa) yaşamak gerektiğini kanıksamak kafi.
**“BABAM BENİ YAZMAM KONUSUNDA ÇOK CESARETLENDİRDİ”**
**Kitabınızı kedi gözüyle okuyoruz, ancak insan gözüyle okumak ve insan
hayatına uyarlamak da mümkün. Sizin kendi hayatınızdan izler taşıyor mu
hikaye? Mırmır ne kadar sizsiniz?**
Hiçbir üreti, yazarın hayatından tamamen bağımsız değildir o yüzden mutlaka ki
kitabımda anlattığım öykü benim yaşantımda farklı zamanlarda cereyan etmiş
bazı olaylardan izler taşıyordur. Ayrıca, öykünün geçtiği ada benim 40 senedir
her yaz gidip, yılın 5 veya 6 ayına yakın bir süresini geçirdiğim bir yer. Bu
bağlamda değerlendirirsek ada benim çocukluğum, masumiyetim, ergenliğim,
hayallerim, hayal kırıklıklarım kısaca yaşantımın çok ciddi bir izdüşümünü
ruhunda barındırıyor diyebiliriz. Mırmır da 2012 senesinde, kızım Lea'nın
babasının bir kış günü adada aç biilaç bir vaziyette ekmek fırınının önünde
bulup bana getirdiği Tekir İran kedimdir. Bugün adı Gofret olan Mırmır, benim
gerçek aşkım diyebilirim. Beni sevmek isteyen herkes için ön koşulum adayı ve
Gofret'i en az benim kadar sevmeleri...
**Babanız rahmetli Umur Bugay’ı anmadan olmaz… Sizin yazarlığınıza bakışı
nasıldı? Neler öğrendiniz ondan?**
Bu öyküyü yazmam konusunda beni çok cesaretlendirdiğini ve her bir hikaye
taslağını ara ara kendisine dil, kurgu babında değerlendirmesi için
götürdüğümde dikkatle okuyup, beğeni ve takdir ifade ettiğini mutlulukla
belirtmek istiyorum. Beni yazmaya devam etmem konusunda cesaretlendirdiği
kadar, başarılı olacağıma inandığını dile getirdiği için de gönendirdiğini
söyleyebilirim. Ne kadar serpilebilirim bilmiyorum bunu zaman ve benim
göstereceğim çaba belirleyecektir ama onu utandırmak istemiyorum. Babam ve
annemden nitelikli ve zengin bir Türkçe öğrendim. Dili hakim kullanabilen bir
birey, duygu ve düşüncelerini farklı yollarla, akıcı ve yaratıcı şekilde ifade
edebildiği için ben bu avantajı iyi kullanıyorum. Yazarlık hususunda babamdan
kurgu yapmayı yani işin matematiğini öğrendim. Ayrıca, gözlem yapmaksızın,
dilin güncel seyrine hakim olmaksızın ve dikkatle aktüaliteyi takip edip, çok
öğrenip, çok analiz etmeksizin edersiz içerikler üretmeye mahkum kalınacağını
da. Onun gibi bir kalemin yanından geçemem ama ondan öğrendiğim her şey için
minnettarım.
**[Bitcoin](https://bigpara.hurriyet.com.tr/kripto/kripto-para-piyasasi/) ve
[Ethereum](https://bigpara.hurriyet.com.tr/kripto/kripto-para-piyasasi/) ne
kadar?**
**[Bitcoin](https://mbigpara.hurriyet.com.tr/kripto/kripto-para-piyasasi/) ve
[Ethereum](https://mbigpara.hurriyet.com.tr/kripto/kripto-para-piyasasi/) ne
kadar?**