Hatırladığınız en eski bayram hangisi?

- Ne bileyim ben, geçen Ramazan Bayramı herhalde... Biraz sonrayı biliyor muyuz? Bak, biraz öncesi geçti, bitti. Geri getirebilir miyiz? Hep anı yaşadım ben. Hep şu ana konstantreyim. Hayatımı böyle yaşadım, siz de deneyin, pişman olmazsanız.

Ama olmadı ki böyle. Ters köşe yaptınız. Bütün sorularım, sırası, her şey şaştı şimdi...

- E Seyyal Taner’e röportaja geliyorsan buna hazırlıklı olacaktın şekerim. Ben her anıma şükrederek yaşadım. Allah’ın lütfettiği her gün güzel. Sen hayata güzel bakınca hayat da sana güzel bakıyor. Yeter ki iyilik ver. En büyük şifa. Annem, anneannem böyle yetiştirdiler bizi.

Siz anne tarafına yakın büyümüşsünüz.

- Doğru, babam ve annem ayrıydı. Babaerkil değil de anaerkil bir aileden gelmenin etkisini taşıyorum. Anaların, kadınların toparlayıcı, kollayıcı ve yaratıcı olduklarına kalpten inanırım. Kadın doğurgandır, eğer kadın varsa hayat var.

Peki sihirli bir değneğiniz olsa bayram çocukları için ne yapmak isterdiniz?

- (İç geçiriyor, gözleri parlıyor) Bütün rüyalarını gerçeğe dönüştürürdüm. Noel Baba gibi düşün bunu. En başta özgürlüklerini verirdim onlara.

Bir çocuğa özgürlüğü nasıl verilir?

- Ruhunu tanıyarak. Onun ideallerine, heveslerine, yeteneklerine yol açarak, destek olarak.

(O sırada uzaktan el sallayarak kızı ve torunu geçiyor) Siz nasıl bir anneannesiniz?

- Arkadaş gibi. “Anneanne” demiyor zaten bana; “Seyyal” diyor.

__

“Sık sık Avrupa’ya gider, yeni ne bulursam Türkiye’ye getirirdim. Kıyafetler, dekorlar... Londra’da sis makinesi mi çıkmış, şak anında Maksim’de, benim şovumda. Fahrettin Aslan hiç karışmaz, desteklerdi.”

___“Gelmiş geçmiş bütün medeniyetlerden DNA’mızı almışız biz kardeşim. Ben karmakarışığım. Urfa, Antep, Erzincan. Baba tarafımızda da Kafkas var. Bu toprakların çocuğuyum, ‘buralıyım’
_yani.”

___“Çok düştüm ben sahneden. Bir keresinde Maksim’in T sahnesinde dansçılar beni tutacak, bir bacağım havada, geri geri gideceğiz. Çocuklardan birinin ayağı kaydı, ben baam diye masanın, yemeklerin üstüne...”_

**BARIŞ MANÇO ANNEME AÇILMIŞ

Hayat bütün çocuklara eşit davranmıyor ki. Mesela siz güzel bir insan olarak doğmuşsunuz. Güzel olmak, hayata güzel doğmak nasıl bir şey?**

- Yaradan sana büyük bir hediye sunuyor. Ama asıl güzel olan hayat enerjisi bence.

Türkiye güzeli de oldunuz, değil mi?

- Yok. Yaşım küçüktü, beni üçüncü yaptılar. Fiziğim iddialıydı. Ama ben pek farkında değildim.

Yani “oturduğum yerden karşımdakini kaşımla, gözümle mum ederim” halleri yok?

- Kaşımla gözümle mum etmem. Beğendiğim kişi, benim “aura”mdan anlar onu zaten.

Barış Manço’yu da kendinize öyle mi deli divane ettiniz?

- Ah canım Barışım ya! O zamanki nişanlım Arda Uskan tanıştırmıştı.

Nasıl, arkadaşının nişanlısına mı âşıkmış!

- E biraz öyleydi işte...

Siz nasıl fark ettiniz?

- E kendi söyledi. Gitmiş, anneme de açılmış. İzmir Fuarı’nda beraber çalışıyorduk, odamın kapısında her gün bir tane gül...

Mesele çıkmadı mı iki arkadaş arasında?

- Çıktı, çıkmaz mı? Ama gönül bu, n’apacaksın? Künye hediye etmişti, üstünde “Barış&Seyyal” yazan. Arda sinirlendi, aldı denize fırlattı. Gitti, konuştu en sonunda. Gergin bir konuşma geçmiş aralarında. Barış “Tamam” demiş, “Haklısın”...

OTOBÜSÜMÜ HAVAYA KALDIRDILAR

Aydın Bey peki? (Müzisyen Aydın Şencan) O da mı aura?

- Biz 44 yıl önce tanışmıştık. Sonra Kanada’ya yerleşti, 7 yıl önce döndü. O gün bu gün beraberiz.

Âşık mısınız?

- Evet, âşığım ama öyle sizin bildiğiniz aşklardan değil. Onunla da arkadaşız. Yani arkanı verdiğin, sırtını yasladığın insan, yoldaş.

44 yıl dediniz de... O zaman Aydın Bey’le tanışmanız 1976’da, ilk grubunuz “25’inci Saat”i kurduğunuz zamana denk geliyor.

- Evet. O yıllarda Türkiye’de bir kadının grup kurması hayal.

Sanatçıların egolarını yönetmek mi zor?

- Yok, sanatçı bulmak zor. Bir kere Batı’yı bilen, Pink Floyd dinlemiş, Deep Purple dinlemiş olacak... İlk grup sahibi kadın olarak bütün Anadolu’yu dolaştım. Hiç durmadan hem turne yapıyordum hem gazinoda çalışıyordum.

Maksim’de...

- Fahrettin Aslan beni hiç bırakmıyordu çünkü. Zeki Müren de beni istiyor, Emel Sayın da, Muazzez Abacı da... Çünkü farklıydım, o tarihte tektim Türkiye’de. Seyirci merak ediyordu. Onun için 20 günlük falan değildi turneler. 80 gün, 100 gün...

Karayoluyla değil mi?

- Devasa 302 Mercedes’ler. Arka arkaya iki tane. Arkadakinde kostümler, dekorlar, ışıklar; öndekinde müzisyenler, dansçılar ve ben.

Kim bilir ne anılarınız vardır.

- Ohooo, çoook! (Gülüyor) Hangi birini anlatayım? Otobüsümü havaya kaldırdıkları var...

Ne demek otobüsü havaya kaldırmak?

- İskenderun’da başımıza geldi. Konserden sonra bizi hep arka kapıdan kaçırırlardı. Ama önce ekip, en son ben. Ben binince otobüsün hemen kalkıp gitmesi lazım çünkü. Bir bindim, etrafını sarmışlar otobüsün. Kaç yüz kişi... Omuzladılar, otobüs yerinden kalktı. Böyle bir-iki metre! Sonra lank diye otobüs yere oturdu tekrar.

O KEÇİ BÜTÜN TURNEYİ BİZİMLE GEZDİ

Başka?

- Bak bu çok ilginçtir. Manisa mesir şenlikleri... Kapalı spor salonunda konserim olacak. Sahneye hiç normal çıkmazdım. Öyle anons edilecek, gideceğim mikrofonun önüne gibi bir şey yok. Ben yıllarca çok ciddi spor yaptığım için...

Ne sporu yaptınız?

- Maraton koştum. Bak çalışmadan gelmişsin; gir, Hürriyet’in arşivine bak. 1981 senesi Atatürk 100. Yıl Koşusu’nda birinciliğim var. Sonra yüksek atlama... Ne sandın? Hepsi kendimi fit tutabilmek için. Türkiye’nin ilk özel bale okulunu ben açtım Etiler’de. Çünkü koreografilerim onu gerektiriyordu. Hem modern dans, hem klasik olacak.

Anladım. Macuna dönelim, onu unuttunuz.

- Hah, Manisa... Anonstan sonra ben soyunma odasından bir depar attım, koşarak spor salonunun sahasını dönüyorum. Fakat ben koşuyorum, arkamdan birisi daha koşuyor.

Kimmiş?

- 15-16 yaşlarında bir genç. Yetişti bana, dedi ki: “Seyyal Abla ben seni çok seviyorum. Ama sana hediye edecek bundan başka bir şeyim yok.” Çobanmış. Kucağında bir yavru keçi. Güleyim mi, ağlayayım mı bilmiyorum tabii. Aldım, çocuğa da sarılıp teşekkür ettim. Bütün konseri kucağımda o oğlakla verdim. Sonra bütün turneyi bizimle gezdi. Her otelde benim odamda yattı.

Alıştı bana, annesi zannediyor, peşimde bee beeee. Turnenin Erzurum’daki son konserinde Merinos Çiftliği’ne emanet ettik keçiyi.

Aylardır marketten başka yer görmedim

Pandemide nasıl geçiyor hayat?

- Köşede bir market var, aylardır başka yer görmedim. Allah’tan kedilerim, limonlarım, manzaram, rüzgârım, komşularım var. (O sırada bir 5-6 dakika kayboluyor. Bir geliyor ki makarna haşlamış. “Mahcup oldum” diyorum, “Yoldan geldin; ye, ye!” diyor.)

Yemek yapmayı sever misiniz?

- Yapıyorum. Benim için “Güzel yemek yapar” derler ama uydurarak yapıyorum. Evde ne varsa, sadece sebze değil, her şeyi yapıyorum.

Ne yemeyi seviyorsunuz peki?

- Acı tabii. Acı biber! Güneydoğulu yanım ağır basıyor orada: Lahmacun, kebap, eti çok severim ama bir o kadar da balıkçıyım. Balığın sadece kılçığı kalır, kafasını bile yerim. Bodrum’da levrek, barbunya falan... Ama İstanbul’da kalkan, hamsi, lüfer... Büyük lüferciyim. Günde iki öğün yerim. 11.00 gibi bir kahvaltı, bir de akşamüstü sofra. Zaten öyle bir kültürden gelmedim ki, hangi üç öğün? Eşek gibi çalıştım ben ya. Deli gibi konserlerde, turnelerde, provalarda...

Ne varsa o İstanbul’da GönülYazar’ı buraya getirtemiyoruz

Aslında şu bir zamanların Maksim’ini merak ediyorum ben...

- Maksim, Türkiye’de gelmiş geçmiş en özel müzikholdü. Paris’te Olympia falan derlerdi ya. Gittik, gördük; kaç tane Olympia ederdi Maksim. İnanılmaz bir sahne, inanılmaz bir salon, inanılmaz bir kulis, inanılmaz bir servis, inanılmaz müşteriler... Herkes first class. Abiye gelirdi insanlar.

Birlikte çalıştığınız sanatçılar da öyle. En çok kimi severdiniz?

- Hepsiyle aram çok iyiydi. En başta tabii Zeki (Müren) Bey. Maalesef sadece iki program çalışabildim ben onunla. Emel’i (Sayın) çok severim, Muazzez’i (Abacı) çok severim. Onlar da ha keza.

Tamam ama insanın kafası bir tanesiyle daha çok uyuşmaz mı? Daha güzel eğlenir, makara yapar...

- E Gönül (Yazar)... Zengin beyinlidir, esprili, atak. Çok şekerdir.

Geliyor mu buraya, Bodrum’a?

- Yok, kıpırdatamıyoruz İstanbul’dan! Ne varsa o İstanbul’da... İstiyorum yaz sonu, bakalım artık. ****

**“Kurtalan Ekspres &Seyyal Taner” albümü hazırladım

Son single’nız, 44 yıl önce söylediğiniz Son Verdim Kalbimin İşine...

- Prodüktörüm Hakan Eren’in işi, benim değil. Eski sesimi alıp altına bugünkü sound’u oturtmuşlar. DJ Can Hatipoğlu’na da teşekkür ederim. Yoksa ben eskiyle uğraşmam. Habire yeni şeyler peşindeyim.

Ne var mesela yeni?

- “Kurtalan Ekspres&Seyyal Taner” albümü hazırladım. Karacaoğlan’dan, Pir Sultan Abdal’dan alıp 10 eseri benim yorumum ve Kurtalan Ekspres sound’uyla yeniden okuduk. Analog yaptık. Londra’da, Beatles’ın stüdyosu Abbey Road’da kaydedildi. Plak olarak, koleksiyonerler için. Şimdi onu fark edeceksiniz, dinleyeceksiniz ufak ufak. Benim acelem yok.

Hâlâ yerimde duruyorum

organik ve akustik!

“Sosyal medyada habire konser görüntüleri vermiyorum. Feys’i biliyoruz, Instagram’ı biliyoruz ama oturup da özel bir proje üretmedim oralar için. Bana da yakışmaz zaten. Biz o terbiyeyle, kendimizi anlatmaya utanarak büyüdük. Seni başkaları anlatsın. Memleketin ilklerinden biriyim. Bunları benim söylemem hoş değil ama çok mütevazı olunca da gerçek sanıyorlar. Ama ben hâlâ yerimde duruyorum. Organik ve akustik!”

Sahnelere bir panter çıktı

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ-1...

◊ Maksim’de sahneye çıktığım gün Haldun Dormen oradaydı. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, yaveri falan... Bir sürü muazzam ailenin olduğu bir gece...

◊ Batı’da dünyanın en ünlü gruplarıyla takılmış, hatta bir-iki küçük sahneye de çıkmıştım ama Türkiye’de böyle bir şey yapma fikri bende hiç yok. Beni ikna eden Selda Bağcan, Arda Uskan, Ferhan Üçoklar.

◊ Kıyafetlerimi Yıldırım Mayruk hazırladı. Hiç unutmam, Galatasaray’da atölyesi vardı. Gittik, beni görür görmez “Ben bu kızı giydiremem, soydururum” dedi. Dans edebileceğim kıyafetler tasarladı.

◊ Sahneye çıkacağım, Emel Sayın’ın kadrosu... Ben assolistten önce çıkacağım. Bütün şarkılarım yabancı. Tek bir Türkçe şarkı söyleyeceğim, Erkin Koray’ın “Şaşkın”ı. Beni sahneye attılar...

◊ Hiç öyle hanım hanımcık şarkı söylemem. Ben bir depar attım, yerime geçtim, mikrofonu kaptım, ters çevirdim, başladım: “Life is a Cabaret”...

◊ Millet dondu kaldı, Türk olduğuma inanmıyorlar. Bir daha İngilizce, bir Almanca, bir tane İspanyolca ve en sonunda Türkçe “Şaşkın”. Beş biss! Kıyamet kopuyor. Beş kere “Şaşkın” söylenir mi?

◊ Basın orada tabii, Haldun (Dormen) Abi demiş ki “Herkes ayağını denk alsın, sahnelere bir panter çıktı.”

Anneannem yardım etti açlık grevine girdim

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ-2...

◊ Lisedeyken Los Bravos grubunun Türkiye’ye geleceğini duyduk. Nereye geliyorlar? FİTAŞ’a. Gitmek istiyoruz ama mümkün değil, izin vermezler evden, daha 15 yaşındayım. Beş kız arkadaş gizlice gittik...

◊ Orada ilginç bir şey oldu. Sarışın uzun bir adam bana kartını verdi, “İspanya’da Los Bravos’a müzikal bir film çekeceğiz, eğer oynamak istersen bize ulaş” dedi.

◊ Kartı aldım ama anneme nasıl söyleyeceğim? Biliyorum, yollamaz. Söyledim, zinhar! Liseyi bitirdim. Okul bitince anneanneme gittim, açlık grevine girdim. Ama yalandan tabii. Rahmetli devreye girdi “Yahu turist olarak 1 aylığına gönderelim” falan diye kandırdı bunları.

◊ Madrid’de grubun gitaristiyle flört etmeye başladım, kızımın babası. Bambaşka bir dünyanın içine girdim. Jet-set’i tanıdım. Ünlü film yıldızları... El Cordobes’le falan fink atıyorum yani.

◊ İki filmde oynadım. “Pancho Villa” mesela. Paramount Pictures ile çalıştım. Prodüktörü beni Hollywood’a götürmek istedi. Annem İstanbul’da hop oturuyor hop kalkıyor. Zaten sevgilim Herald da müsaade etmedi, “Biz evleneceğiz” dedi.

◊ Evlenince Almanya’ya yerleştik. Çocuk oldu. 2 sene sonra ayrıldık.