Özet (TL;DR) @ 2018-03-17 23:27:28.894777: Galileo’nun ölümünün 300’üncü yıldönümünde (8 Ocak 1942) doğdu, 14 Mart 2018’de, Albert Einstein’ın doğumunun 139’uncu yıldönümünde öldü.
Vasiyeti uzerine Cambridge'in taş ustaları, kara deliklerin halen radyasyon yaydığını gosteren en unlu teorisinin formulunu mezar taşına kazıyacak. Dunyanın en unlu bilim insanı, fizikçi Stephen Hawking'in sadece bu teorisi değil, daha birçok keşfi, kozmoloji alanında bilinmezleri bilinir kılmaya yardım etmişti. Bundan sonra da edecek... ALS teşhisi konmasının ardından elli kusur yıl yaşaması ve her şeye rağmen mizahi yonunu koruması da onu insanlığın hafızasında direncin sembolu olarak yaşatacak. İşte Hawking'in 76 yıllık yaşamından çarpıcı kesitler...
R uyalarımda hep sağlıklıyım
Gazeteci Gilles Whittel, roportaj yaptığı Hawking'e bir çocuğun sorusunu da
iletmişti. Çocuk, profesore ruyalarında kendini hiç sağlam ve sağlıklı gorup
gormediğini soruyordu. Hawking'in cevabı şoyleydi: "Ruyalarımda hep
sağlıklıyım. Bazılarında engelli olduğumu kabul etmiyorum, bazılarında da sırf
irademle engelimi yeniyorum."
İ stikbal goklerdedirDunyanın en tanınan bilim insanı olarak, populerliğini de kullanarak bize surekli bir tavsiyede bulunuyordu; "Bu dunyadan ayrılmayı başaramazsak insanlığın sonu gelecek" diyordu. Nukleer felaketler, yapay zeka ya da virus... "Değil milyon yıl, hatta değil bin yıl, onumuzdeki 100 yıl içinde gezegenimizdeki olası bir felaketten kaçınmak çok zor olabilir. İnsanlık tum yumurtalarını tek sepete yani tek gezegene koymamalı." Mealen "İstikbal goklerdedir" diyordu Hawking, kurtuluşu uzayda arıyordu. Gerçekleştiremediğine hayıflandığı tek dileği de uzaya çıkmaktı zaten.
Peki ya biz uzaya çıkamadan uzaylılar bize gelirse? Bu durumun çok da iyi sonuçlar uretmeyeceğini duşunuyordu: "Uzaylılar bizi ziyaret ederse, sonuç Kristof Kolomb'un Amerika'ya çıkmasına benzer, ki bu keşif Amerikan yerlileri için pek hayırlı olmamıştı. Karşılaşmak istemediğimiz zeki canlıların bize ne getirebileceğini gormek için kendimize bakmamız yeter."
Gelecekten gelenler, bu parti sizin i çin!
Zamanda yolculuk mumkun mu? Bunu Hawking de merak ediyordu ama bizler gibi
bekleyip durmak istemedi. Aklına neşeli bir fikir gelmişti: Gelecekten
gelenlere yonelik bir 'Hoş geldin' partisi... 28 Haziran 2009'da
Cambridge'deki Gonville and Caius College'da bir oda kiraladı, içini şampanya
ve atıştırmalıkla doldurdu. Davetiyede şoyle yazıyordu: "'Zaman Gezginleri'
için verilen bir resepsiyona davetlisiniz. Ev sahibi Profesor Stephen
Hawking." "Belki gelecekten birileri bu davetiyeyi bulur da zaman makinesini
kullanarak partime gelirse, zamanda seyahat de ispatlanmış olur."
İspatlanamadı! "Epey bekledim ama kimse gelmedi. Yazık. Gelecekteki kainat
guzeli kapıdan girer diye ummuştum."
Dans pistlerindeki r uzgar
Hawking, hastalığa yakalandıktan sonra ona onerilen tekerlekli sandalye
fikrinden nefret ediyor, koltuk değnekleriyle başının çaresine bakmaya
çalışıyordu ama 1960'larda daha fazla direnemedi. Bir sandalye edindi.
Tanıkların anlattıklarına bakılacak olursa, bu yeni hayatı biraz muziplikle
çekilir kılmaya çalışıyordu. Sandalyesini Cambridge sokaklarında biraz delice
kullandığı hemen dikkat çekti. Tabii bir de dans pistlerinde sandalyesiyle
ruzgar gibi esmesi vardı. Fazlasıyla goze batan bir başka mesele de bile
isteye oğrencilerin ayaklarının uzerinden geçmesiydi. Üstelik 1978'deki bir
davette Prens Charles'ın ayağına da açıkçası pek nazik davranmamıştı.
Biyografisini yazan Kitty Ferguson, "Onu kızdıranlar kendilerini eninde
sonunda bir hedef olarak buluyordu" diye anlatıyor. Bu konu ona
sorulduğundaysa, Hawking sadece şunu soyluyordu: "Haince bir dedikodu. Bir
daha tekrarlayan olursa bilsin ki onu ezerim!" Sonuçta "Hayat eğlenceli
olmasa, çok trajik olurdu" diyen bir adamdan bahsediyoruz.
Sahibinin sesi!
Cambridge Üniversitesi'ndeki bir ofiste kuçuk, gri bir kutu duruyor. 30 yıl
oncenin teknolojisine sahip, basit bir kutu. O kutuda Stephen Hawking'in sesi
saklı. Durumu kotuye gitmeye başlayınca, Hawking'in Intel firmasından
teknolojik yardım rica ettiği biliniyor. Bu ricanın sonunda uretilen
cihazlardan biri de konuşma desteği uzerine. MIT'den bir muhendisin, Dennis
Klatt'ın çalışmaları uzerine şekillendirilmiş cihazın çıkardığı ses, Dr.
Who'daki Dalek'in sesine benziyordu. Hawking, işte son 30 yılında bu sesi
kullandı. Ona destek olan her cihaz, teknoloji elverdiğince yenilense de,
profesor bu sesten hiç vazgeçmedi. Hatta ses, 1990'da guncellendiğinde itiraz
etmiş, eskisinin korunmasını istemişti. Biraz tuhaftı, metalikti ama onundu
artık sonuçta. Populer tarihe mal olan bu ses, o gunden son gunune dek
Hawking'in sesi olarak kaldı...
G orunduğu ilk doktorun tavsiyesi: Az iç evladımStephen Hawking, hastalığını ilk fark ettiği zamanı anlatıyor:
"Oxford'daki son yılımda giderek sakarlaştığımı fark ettim. Bir gun merdivenden yuvarlanınca doktora gittim ama tek tavsiyesi 'Az iç evladım' oldu. Cambridge'e yerleştikten sonra sakarlığım daha da arttı. Noel tatilinde gittiğim St. Albans'da donmuş golde paten kayarken duştum ve ayağa kalkamadım. Annem bu rahatsızlığımın farkına vararak beni aile hekimine goturdu. O beni uzman doktora yonlendirdi, 21. doğum gunumden kısa sure sonra da tahliller için hastaneye yattım. İki hafta boyunca sayısız tahliller yapıldı. (...) Anladığım kadarıyla hastalığın giderek ağırlaşmasını bekliyorlardı, pek bir işe yaramadığını gorduğum vitamin yazmaktan başka da yapacakları bir şey yoktu. O sırada hastalığımla ilgili daha fazla soru sormadım, çunku soylenecek iyi bir şey olmadığının farkındaydım. Tedavi edilemez bir hastalığa yakalandığımı ve birkaç yıl omrum kaldığını oğrenmem beni biraz sarstı tabii. Öte yandan, hastanede kaldığım sure içinde karşı yatağımda yatan çocuğun losemiden olmesine gunbegun tanık olmuştum; hiç de hoş bir manzara değildi. Durumu benden kotu olanlar da vardı elbette. Ne zaman halime uzulecek olsam, o çocuğu hatırlarım. (Benim Kısa Tarihim, Doğan Kitap, 2015, Çeviren: Sıla Okur)
İ stanbul, Erzurum ve Tahran... Hawking, 2013'te yazdığı ve 'Benim Kısa Tarihim' adını verdiği otobiyografisinde, universite sonrası çıktığı İran seyahatini de anlatıyor. İlgili bolumde, İstanbul ve Erzurum uzerinden ulaştığı İran'da, 12 bin kişinin hayatını kaybettiği Buyin Zehra depremine yakalandığını ama bu depremi hissetmediğini de aktarıyor.
" (...) Bitirme sınavımın sonrasındaki uzun tatilde universite bize seyahat için kuçuk hibeler veriyordu. Gideceğim ulke ne kadar uzak olursa, hibeyi kazanma şansım o kadar buyuk olur diye duşundum. 'İran'a gitmek istiyorum' dedim. Hem daha once İran'a gitmiş hem de Farsça bilen arkadaşım John Elder ile yola çıktık. Trenle once İstanbul'a, oradan Turkiye'nin doğusunda Ağrı Dağı yakınlarındaki Erzurum'a ulaştık. Sonrasında tavuklu kuzulu Arap otobusleriyle Tebriz uzerinden Tahran'a gittik. Tahran'da John ile yollarımızı ayırdık ve ben başka bir oğrenciyle İsfahan, Şiraz ve Buyuk İskender'in yağmaladığı antik Pers başkenti Persepolis'e gittim. Sonra çolu geçerek Meşhed'e vardım. Yol arkadaşım Richard Chiin ile memlekete donerken, 12 binden fazla kişinin olumune neden olan 7.1 buyukluğundeki Buyin Zehra depremine yakalandık. Depremin merkez ussune çok yakın bir yerdeydim ama hiç hissetmedim, çunku hastaydım ve İran yollarında hoplaya zıplaya ilerleyen bir otobusun içindeydim."