Özet (TL;DR) @ 2018-02-25 09:31:30.780157: ‘Hayat’... ‘İnsan Olmak’... ‘Zamane’... ‘Seyyar’... Geçen hafta kaybettiğimiz psikiyatri profesörü ve yazar Engin Geçtan’ın kitaplarının isimleri bunlar. Bilgece yazılmış, hem bizlerin hem de…
Kitab ınız 'Orada Bir Arada'daki psikoterapi grubunun uyesi olan Mahidevran, yurtdışında yaşadıktan sonra Turkiye'ye donmuş. Kendi ifadesiyle "Burada buyumuş olduğu halde 'bu kafayı yemiş' ulkede zorlanıyor". O kadar 'kafayı yedik' mi hakikaten?
- Bir psikiyatr olarak kamuya açık bir teşhis koymam etik olmaz. Mahidevran, hiçbir şeyin değişmediği bir ulkeden (İsviçre'den) geldiği için, bizimki gibi alışıldık sağduyudan uzak bir toplumun onun kafasını karıştırması doğal.
Sa ğduyudan çok mu uzağa duştuk?
- İnsanların biraz olsun saçmalığa da ihtiyacı vardır. Ama bu, bizim
yaşadığımız gibi, kısaca sağduyu dediğimiz ortak değerlerimizden fazla
uzaklaşırsa, hiç uğruna adam oldurmeler bile yaşanabiliyor.
Yine Mahidevran, y ıllar sonra karşılaştığı toplumu şoyle anlatıyor:
"Hırçın, çocuksu, kustah, benmerkezli, çok yalnız insanlar ve bu
yalnızlıklarının farkında değiller. Fark edilmek için çırpınıyorlar." Bu hasta
bir toplum mudur?
- Vaktiyle 'normal' sozcuğu tedavulden kalkmıştı, sanırım sıra şimdi
'hasta' sozcuğunde.
' Çılgın' sozcuğune geçelim o halde. Yaklaşık 10 yıl evvel Milliyet'ten
Filiz Aygunduz'e verdiğiniz bir roportajda "Turkiye harika bir çılgın"
demiştiniz. Harikalığı aşındı mı arttı mı Turkiye'nin? Ve çılgınlığı? Ne
dersiniz?
- Dozunu kaçırıp arızaya donuştu sanırım. Tehdit altında gudulenen bir
toplumuz biz. Dibe vurmaya beş kala sıçrar, toparlanırız. Yoksa Merkezi
Asya'dan bu topraklara yaptığımız çok devletli seyahat mumkun olmazdı. Buraya
geldiğimizde kurduğumuz imparatorluk dağılmışken kullerimizden doğmamız da
mumkun olmazdı. Eski Fransız devlet başkanlarından Jacques Chirac'ın bir sozu
vardır: "Turkiye'nin buyuk devlet olmaktan başka seçeneği yoktur."
KAOSUN KENARINDAYIZ AMA İÇİNE DÜŞMEDİK
Y ıllar once, toplumsal kutuplaşmanın, dinamizmin de bir ifadesi olduğunu
yazmıştınız. Ama bu dinamiklerin bizi ileriye mi taşıdığını yoksa bir
kısırdonguye mi yol açtığını gormek gerektiğinin de altını çizmiştiniz. Şimdi
ne dersiniz; ileri mi gittik yoksa geriledik mi?
- Ülke olarak çok ilerledik ama toplum olarak çocukluk donemine geriledik;
hatta bazılarımız neredeyse taş devrine geriledi.
Peki ozel olarak 'regresyon'u (gerileme) sorsam... 2016'da Ayşe Arman'a
verdiğiniz roportajda "Bu yaşadıklarımız kolektif regresyon" demiştiniz.
Aşabildik mi?
- Hayır; aşacaksak da bu birkaç kuşak gerektirebilir. Üstelik dunyanın
genel halinden de etkilenen bir olgu bu.
İ nsanlar soruşturmalarda birçok kuruma guven duygusunun azaldığını
soyluyor. Buna hukuk sistemi de dahil, eğitim kurumları da basın da. Neye yol
açar bu guvensizlik hali?
- Üst sistem zaafı, insanların sorunlarını kendi yontemleriyle
halletmelerine neden olabilir. Bu şekilde iş goren çete tarzı oluşumlar ortaya
çıkabilir. Eğitim kurumları zaten gerileme halinde. Cehaletin yarattığı
boşluğu dolduracak bilimdışı akımlar, daha fazla sahne almak için hazır
bekliyorlar.
Bug unlerde en çok konuşulan kavramlar 'vicdan' ve 'adalet'. Bunların
yokluğundan dolayı mı konuşuluyor yoksa kavramların kendisi mi değişti
dersiniz?
- Vicdan, adalet, izan, sağduyu ve daha niceleri son yıllarda giderek iptal
edildiler. 'Kimler tarafından' sorusuna girmeyeceğim. Çunku bu kimlerin işi
olursa olsun asıl sorumluluk bizim. Ucu kendimize dokunana dek kılımızı
kıpırdatmadık.
Toplumsal ya şantı açısından en tehlikeli olan nedir? Depresyonun artması
mı, şiddetin yukselmesi mi, kutuplaşmanın derinleşmesi mi yoksa bambaşka bir
şey mi? Ve biz bu açıdan nerede duruyoruz?
- Şoyle cevap vereyim: Kaosun kenarında duruyoruz ama içine duşmedik.
ATAT ÜRK'TEN SONRA GELEN YÖNETİCİLER TOPLUMU İLERİYE GÖTÜRECEK DONANIMA SAHİP DEĞİLDİ
Toplumsal ya şantımızda sizde hayret uyandıran bir gelişme var mı?
- Var. Bu kadar çok sayıda insanın tarikat benzeri oluşumlara ve bazı habis
guçler tarafından imgeleştirilmiş figurlere, bunların ne olduğunu anlayıp
ardında nasıl guçler olduğunu soruşturmadan kendilerini teslim etmiş
olmalarına hayret ediyorum. Bu, ciddi boyutta bir kimlik boşluğunun
gostergesi. Ataturk'ten sonra gelen yoneticilerin toplumu ileriye taşıyacak
donanıma sahip olmamasının, hazırdan yararlanmakla yetinip toplumun
gelişmesine katkıda bulunamamalarının bunda payı olabilir.
" Ben bu ulkeyi, bu toplumu hiç anlayamıyorum artık" dediğiniz oluyor mu?
- İlerlemiş yaşıma rağmen gunumuz toplumunun dinamiklerini hala
anlayabildiğimi sanıyorum. Gorduğumuz, her zamanki potansiyelin farklı ifade
biçimlerinden ibaret. Anlayamadığım şeyler, ust sistemde olup bitenler.
SOSYAL MEDYADA T İRYAKİLEŞTİKÇE YALNIZLAŞIYORUZ
Yeni kitab ınız 'Orada, Bir Arada' daha onceki kitaplarınızın içine tek tek
bizleri de katmış gibi… Dr. Q'nun (yani sizin) gozetiminizde bir psikoterapi
seansına katılan, toplumun farklı kesimlerinden insanları izliyoruz. Bu defa
siz bize anlatmıyorsunuz da, sizinle doğrudan konuşuyor gibiyiz. Neden boyle
bir kitap yazdınız?
- İlk iki mesleki kitabımın dışında yazdıklarımın nedenleri yok. Yani
nedenleri varsa da ben bilmiyorum. İlk iki kitap o konularda Turkçe'de boşluk
olduğu için yazılmıştı. Diğerleri kendimin de beklemediği zamanlarda içimden
geldiği gibi yazılıverdiler. Zaten proje insanı değilim. Modern fizikle
tanıştıktan sonra neden-sonuç duşunce tarzından daha da uzaklaştım.
Kitaptaki grup psikoterapi seans ında birbiriyle ilk defa karşılaşan,
geçmiş ortak yaşantıları olmayan kişilerin ilk başta birbirlerine epey kızgın
davrandıklarını goruyoruz. Beraber hiçbir şey yaşamamış olmalarına rağmen
birbirlerine neden bu kadar kızgınlar?
- Bunun sebebi korku. Korkuyorlar.
Korkudan konu şalım o halde. Psikoterapi grubunun bir uyesi "Kendimizi
duşman bir dunyada hissetmekten soz edildi. Biz duşman gorduğumuz o alanda
saldırıya uğramaktan mı korkuyoruz, saldırmaktan mı" diye soruyor. Sizce
hangisi? Neden bu kadar korkuyoruz?
- Kitapta da yazdığım gibi saldırı senaryosunu kim yazmışsa saldırı
potansiyeli de ona aittir.
Ne demek bu?
- Yani kendi kızgınlığımız bize dışarıdan gelecekmiş gibi yaşanır. Aile
dinamikleri ve toplumsal yapı değiştikçe, teknoloji hayatlarımızı işgal
ettikçe yalnızlaştık ve birbirimize giderek daha muhtaç hale geldik.
Birbirimizden beklentilerimiz arttıkça da kızgınlığımız arttı. Hepimiz,
derinlerde tutmaya çalıştığımız bu ofkenin bir vesile ile denetimden
çıkmasından korkarız. Çunku boyle bir durum, çevremizden dışlanma, iyice
yalnız ve çaresiz kalma tehlikesini de beraberinde getirir.
Yaln ızlığımızı telafi etmenin bir yolu artık çok daha fazla zaman
geçirdiğimiz sosyal medya mı?
- Bu konuda konuşacak yeterli birikimim yok ama sanki ortada bir kısır
dongu var gibi. Sosyal medyada tiryakileştikçe yalnızlaşıyoruz, yalnızlaştıkça
teknolojik iletişim araçlarına yoneliyoruz.
BEDEL İNİ ÖDESEK DE HAYATI UCUZA ÇIKARMAK İSTİYORUZ
" Giderek daha çok sayıda insan, ancak karşısındaki insanda kendi sorunlu
yanlarını gorduğunde onu hissedebiliyor. Sadece kendilerininkine benzer
sorunları olan kişilerle dayanışıp bunu ilişki zannediyorlar" diyorsunuz
kitapta. Eksik bir ilişki mi bu? Neye yol açıyor?
- Ancak kendi yansımalarını bulduğu insanlarla ilişki, bana gore, insanın
kendisini, kendiyle ilişki içine hapsetmektir. Bu nedenle çok yalnız olduğu
halde bunu hissetmeyen insanların sayısının az olmadığını sanıyorum. Yoksa
aslında sozunu ettiğiniz durum ilişkisizlik demektir. Dayanışmayı ilişki
sananlar var; oysa dayanışma, ilişkinin sadece bir boyutudur.
Bir de şunu yazmışsınız: "Toplumumuzda karşılıklı ya da tek taraflı dert
anlatmayı ilişki zanneden çok insan var." Hakikaten bu, neredeyse tek ilişki
kurma biçimi haline geldi. Niye boyleyiz biz?
- Yardımlaşmaya yatkınızdır ama birbirimizi kullanmayı da iyi biliriz. İç
dunyalarımızı içtenlikle paylaşmayı ise bildiğimizi sanmıyorum. Bu konu
ikiyuzluluğe kadar gidebilir.
Ö nceki kitabınız 'Zamane'de, çocukluğunuzun geçtiği İkinci Dunya Savaşı
yıllarında bile buyuklerin bu kadar kaygılı olmadığını yazmıştınız. Şimdiyse
çocukların bile kaygı duyduğunu soyluyorsunuz. Neden? Ne değişti?
- O zamanlar, bugun sıcaklıkla hatırladığım bir birliktelik duygusu vardı.
Bugun ise giderek artan sayıda insan erken yaşlardan itibaren soyutlanmışlık
duygusu yaşıyor.
" Eskiden insanlar birbirlerinin evine akşam oturmalarına gidermiş, sadece
birlikte olmak için. Şimdi araya 'Birlikte yemeğe çıkalım' diye tamponlar
koymadıkça insanlar birbirleriyle ne yapacaklarını bilmez halde" diyor
psikoterapi grubunun bir uyesi. Birbirimizle ne yapacağımızı bu denli unuttuk
mu sahiden?
- Kendi kuşağım ve benden oncekiyle kıyaslandığında ciddi bir tarz
değişikliği mevcut. Şimdilerde insanlar yaptıkları işi seviyor olabilirler.
Eskidense o işin kendisinden çok, işi birlikte yapmaktan zevk alınırdı.
T urkiye'de de şikayet kulturunun çok yaygın olduğunu soyluyorsunuz. Hatta
"Şikayet, etkili bir uyuşturucu" diyorsunuz. Biz neden bu kadar şikayetçiyiz
olan bitenden ve neden şikayet etmekten başka bir şey yapmıyoruz?
- Kendimize ve dunyamıza olan sorumluluklarımızdan kaçınmak için. Yani
bedelini odesek de hayatı ucuza çıkarmak için. Kolayı seçme eğilimini
geçmişten getirdiğimiz için sosyokulturel nedenleri hakkında fikrim yok.
H İÇBİR KULÜBE AİT OLMAYAN BİR MİLLETİZ
Bug un ozellikle beyaz yakalılar arasında sık konuşulan mevzulardan biri
'gitmek'. Gidip bir başka ulkede yeni bir yaşam kurmak... İnsanlar neden bu
kadar radikal ve zor kararları konuşur oldu sizce?
- Yaşamım boyu zaman zaman duyduğum bir soz vardır: Dirençli doğalarından
oturu Turklerin yabancı toplumlara zor uyum sağladıkları soylenir. Hiçbir
kulube ait olmayan bir millet olduğumuz için doğru olabilir. Goçmen Turklerin
yaşlılıklarında zorlandıklarına ABD'deki yıllarımda doğrudan tanık oldum. Tıp
fakultesini bitirdiğimizde, aynı zamanda ABD'ye gittiğimiz bir arkadaşım var.
Tasarladığım beş yıllık eğitimi tamamladıktan sonra ben buraya dondum, o orada
kaldı. Yıllarca haberleşmedik ama son zamanlarda buraya arada bir gelir gider
oldu. Geldiğinde beni telefonla arıyor ama zaman zaman gerginlik yaşanıyor.
Neden?
- Benim burada kalmayı seçmiş olmama kızdığı çok belli ve konu sık sık
oraya geliyor. Neler yaptığımı sormuyor bile. Ben ise onun orada kalmış
olmasını kendi seçimi olarak gordum ve uzerinde duşunmedim.
Bu genel bir e ğilim mi?
- Yurtdışında yaşamayı seçen birkaç arkadaşım daha, yıllarca aramadıktan
sonra e-postamı her nasılsa bulup bana yazdılar. Kendilerini yalnız
hissettikleri, dertli oldukları çok belli. "Yaşlandıkça toprak çeker" diye bir
soz duymuştum. Ne kadar doğruymuş. Kendi isteğimle yıllardır İstanbul'da
yaşadığım halde, son donemlerde yoğun bir Ege ozlemi yaşıyorum ben de.
Peki yeni ku şaklar? Şimdi gitmek isteyenler hakkında ne duşunursunuz?
- Tabii ben kendi kuşağımın yaşantılarından ornekler aktarıyorum. Yeni
kuşakların dunyaları farklı. Dunya bir goçmenler gezegenine donuşmekte zaten.
Ülkenin geleceğinden kaygı duyan ya da çocuklarının eğitim kalitesini
duşunerek gitmeyi seçenleri anladığımı sanıyorum. Umarım buradan tam
kopmazlar; çunku anlattığım gibi bu, ileri yaşlarda insanları zorlayabiliyor.
Etrafındaki herkes Noel'i kutlarken senin kendini bunun dışında hissetmen bile
bir sıkıntı.
YIKILAN YAPILAR BEN İM ACILARIMDAN BİRİ
Ş ehir ve şehircilik uzerine tartışmalar artıyor. Buyukşehirler muthiş bir
donuşum içinde; eski binalar yıkılıyor, semtler 'donuşuyor'. Aidiyet duygumuzu
azaltır mı bu? Neye yol açar?
- Tarih duyusundan yoksun bir toplumuz. Koklerimizi hiç tanımıyoruz, melez
bir toplum olmamızın zenginliğinin farkında değiliz. Kendi tarihimizi merak
bile etmiyoruz. Buna eğitimli denilen kesim de dahil. Ortaklaşa kabul edilen
bir tarihe sahip çıkmayan toplumlar sakat kalırlar. Orta yaşlarımda bunu fark
edip kitaplar okuyarak telafi etmeye çalıştığım halde bu konuda kendim de hala
fakirim. Yıkılan yapılar ise benim acılarımdan biri. Kişisel tarihimi yok eden
o cahillerin tumunu lanetliyorum.
KENTLERDE YA ŞAYAN İNSANLARIN COĞRAFYASI YOKTUR
S ık kullandığınız, bu kitapta da başvurduğunuz bir ifadeniz var: "Her
figurun bir fonu vardır ve fon olmaksızın da figur olmaz." Peki toplumsal
olarak nasıl bir fonumuz var bugun?
- Bulanık. Dolayısıyla figur olarak pek net algılanamıyoruz. Bu da ait
olduğumuz toplumu zaman zaman anlaşılamaz hale getiriyor.
Ama siz anl ıyorsunuz. Toplumu anlama çalışması sırasında, zaman ve mekan
sıkışmasının etkileri uzerinde çok duruyorsunuz. Önce mekanı sorayım.
"Kentlerde yaşayan insanların coğrafyaları yok gibi" diyorsunuz. Ne anlama
geliyor coğrafyası olmamak?
- Kentlerde yaşayan insan, çevresini iç mekan olarak algılar. İç mekanların
da coğrafyası yoktur.
Neden?
- Kentler, doğadan kopuk modellere gore planlanmış olduklarından. Benim
kuşağımda coğrafya diye dunya şehirlerini oğretmişlerdi. Doğayla ilgili
bilgilerim hala sığdır.
Bir yandan kitapta "Doğadan kopmak insanı, gezegenin en yalnız ve kırılgan
varlığı haline getirdi" diyorsunuz. Neden?
- Çunku evrimle edinilen kibir sonucu butunden kopup bir başımıza kaldık.
Bence inandığımızın aksine, akıllı olan doğa, aptal olan biziz. Bedelini de
odemekteyiz. Biz gittikten sonra, birbirini tamamlayan uyumlu ve dengeli bir
butun olan doğa varlığını yine surdurecek.
" Gezegenden kovulmamız sandığımızdan da yakın bir zamanda olabilir. Ve biz
bunu hak etmiş varlıklarız, tarihimiz boyunca gelecek kuşakları hiç duşunmeden
yaşadık" diyorsunuz kitapta. Stephen Hawking de bu sene yuz yıllık bir sure
biçmişti insanlığın bu gezegendeki omrune. Bu 'son' duygusu iyi yonde bir
atılım yapmamıza sebep olur mu yoksa beraberinde boş vermişliği mi getirir?
- Ülkelerarası iklim ya da enerji konferanslarındaki direnişler ve
teknolojiye paçayı kaptırmış olmamız herhalde sorunuza cevap olur. Gelecek
kuşakları duşunmeden yaşamayı surdurmemiz çok yazık.
Ö nem verdiğiniz bir diğer mesele de buyukşehirlerde yaşayanların zaman
kavramıyla baş edememesi. Hatta 'Bazılarının kumandası kendinde değil'
diyorsunuz. Kimde peki kumanda?
- Üst-sistemlerde. Ölçulebilir doğrusal zamana gore yaşamak onun bir
urunudur. Bugunku dunya da bu modele gore yaşar. Bir kitabımda da yazmıştım.
Benim çocukluğum kadar yakın donemlerde bile saate sadece vapura yetişileceği
zaman bakılırdı.
SADECE ÇOCUKLUK VE ÖLÜM VARDIR, ARALARINDAYSA BİR ŞEY YOKTUR
Televizyon seyrediyor musunuz? Bunca ba ğır-çağır tartışma programlarının
populerliğini neye bağlarsınız? Bir insan neden yorgun argın evine geldikten
sonra sonu gelmez bir gurultu gibi gorunen tartışmaların içine suruklenir?
- Kavga seyretmeyi sevmem. Çunku olayın keyfini onlar çıkarır ve ben sadece
bakarım. Üstelik televizyon programların çoğu benim yaşımda birine içeriksiz
ve yuzeysel geliyor. Dolayısıyla seyretmiyorum; iyi oyunculukların da
sergilendiği bir dizi hariç. [Vatan ım Sensin] Tabii biraz da İzmir'de
doğup buyumuş olmamın etkisi var. Çunku konu şimdilik Yunan işgalindeki İzmir
ve direniş hareketleri. Yunanlılar şehrimi terk edene dek bu diziyi izlemeyi
bırakmam herhalde.
Siz nas ıl çalışırsınız? Çalışma rutininiz nedir?
- Bu soru nedense bana şu sozu çağrıştırdı: "Sadece çocukluk ve olum
vardır. Aralarındaysa hiçbir şey yoktur"
Ne okuyorsunuz? Bug unku dunyayı, insanları daha iyi anlamak için ne
okumamızı onerirsiniz?
- Bu ara pek okumuyorum. Son donemlerde daha çok modern fizik ve tarih
okurdum. Şu anda yanı başımda Rumi kavramıyla ilgili bir kitap var; kitap
ilgimi çektiği halde okuma tempom ' Slow boat to China' [tadını çıkararak,
yavaş yavaş]. Öneride bulunabilecek kadar kitap kurdu değilim.
Ş imdi ne uzerinde çalışıyorsunuz?
- Tembellik…