/Paylas.io

Doç Burak Bilgehan Özpek'e göre koronavirüs dünyada yeni bir 'güvenlik krizi' yarattı Kurumsal merkezi otorite oluş t

2020-04-01 11:26:50.330000 | URL | haberci




Küresel koronavirüs pandemisine karşı dünya çapında devletlerin aldığı önlemler konuşuluyor. Krizin vurduğu ABD ve zengin Batı Avrupa ülkeleri, kaynaklarını ekonomilerin zora düşmesine karşı halkın kayıplarını telafi için seferber etmeye çalışıyor. Alınan önlemler ve miktarlar ülkeden ülkeye değişiyor. Diğer yandan 81 ülke de IMF'den borç talebinde bulunurken, krizin uluslararası ilişkiler sistemine etkisi de tartışılıyor.

© AP Photo / Eraldo Peres

Koronavirüs'e karşı Türkiye de bazı önlemler açıklarken, tercihin açıkça sermayeden yana yapıldığı, yoksul halk yığınlarının düşünülmediği eleştirileri öne çıkıyor. Son olarak Erdoğan yönetiminin halktan bağış toplamak için kampanya başlatması, Batı'da işletilmeye başlayan kamusal sorumluluğun aksine bir tutum olarak algılanırken, yeni eleştirileri de beraberinde getirdi.

Devletlerin kriz karşısındaki tutumlarını ve Türkiye örneğini Doç. Burak Bilgehan Özpek ile konuştuk.

‘Koronavirüs, kapitalizm krizi değildir’

Burak Bilgehan Özpek'e göre insanlık ilk kez bu denli birbirine bağımlıyken böylesi bir krize yakalandığı için şoke edici bir gelişme ile karşı karşıya kalındı. Dünyanın virüs sonrası eski haline geri dönmeyeceğini düşünen Özpek, salgının ortaya yeni bir 'güvenlik krizi' çıkarttığını, insanların merkezi otoriteden kurumsal tavır bekledikleri yeni bir dönemin başladığı değerlendirmesini yaptı. Hükümetlerin kendilerinden beklenen rolü yerine getirip getirmemelerine göre değişimler yaşayacaklarını söyleyen Özpek, daha güçlü hükümetlerin olduğu fakat uluslararası sistemin de daha az rekabetçi olduğu bir ortama sürüklenilebileceği görüşünde. Özpek yaşananların 'kapitalizmin krizi olmadığını' sosyalizmde de bu doğal salgının yaşanabileceğini söylerken, sonuçları itibarıyla insanların dikkatinin sağlık sistemleri ve bunu tesis etmiş hükümetlerine çevirdiğini de belirtti:

“Savaşlar ve salgınlar ilk defa karşılaştığımız olgular değil. Ama ilk defa dünya bu kadar birbirine bağımlıyken, mallar, hizmetler ve finansal kapital sınırlar arası hareketi ilk defa bu kadar çabuk ve hızlı gerçekleşirken böyle bir duruma yakalanmak hakikaten şoke edici bir gelişme. Böyle bir şey yaşamayı kimse beklemiyordu. Albert Camus’nun dediği gibi savaş ve salgın insanı hazırlıksız yakalar. Uluslararası iktisadi sisteme ve uluslararası düzene de bazı etkileri olacak. Bildiğimiz dünyanın sonuna geldiğimizi gösteriyor bu. Herkesin beklentisi yarın Dünya Sağlık Örgütü’nün çıkıp bir aşı bulduk demesi ve bir ay önceki hayatlarına devam etmesi ama zannediyorum olamayacak. Dünya birkaç ay önceki haline geri dönmeyecek, bu belki de iyi bir şey olabilir. Enteresan bir şekilde bu krizle birlikte bir güvenlik tehdidi ortaya çıktı. Bunu çözmesi için insanlar gözlerini hükümetlerine çevirdiler. Yani hükümetlerin çok güçlendiği, tekrar insanların deva bulmak için hükümetlerine gittiği ve merkezi otoriteden kurumsal bir tavır bekledikleri bir dönem ortaya çıktı. Bundan sonraki dünya düzeni aslında biraz bunun etrafında şekillenecek. Bu hükümetlerin kendilerinden beklenen rolü yerine getirip getirmemelerine göre ülkelerin iç politikaları değişecek, hükümetler değişecek. Mesela hükümetlerin güçlenmesi, diğer devletlere bir tehdit oluşturdu şu ana kadar. Çünkü hükümetler halkının güvenliğini sağlayabilmek için daha fazla askeri harcama yaparlardı. Fakat şu anda ortaya çıkan güvenlik sorunu askeri harcama değil sağlık harcaması yapılarak çözülebilecek bir sorun. Daha güçlü hükümetlerin olduğu fakat uluslararası sistemin de daha az rekabetçi olduğu bir ortama sürüklenebiliriz. Bu çok ilginç kılıyor durumu. Şu anda insanlar dışarı çıkıp tüketim yapmaya başladıkları anda birbirlerini tehdit eder haldeler. Yani ben evimin dışına çıktığımda, çarşıya indiğimde sadece kendi mutluluğum için bunu yapmıyorum aynı zamanda başka insanlara tehdit oluşturuyorum. Dolayısıyla hepimizin evde kalması gerekiyor. İnsanların tüketemediği bu yüzden de üretimin olmadığı, üretim yapan işçilerin de fabrikalara gitmemesi gerekiyor, böyle bir durum ortaya çıkartıyor. Başka birçok şeye kapitalizm krizi diyebiliriz. Ama şu anda yaşadığımız bir kapitalizm krizi değil. Bu çok doğal bir şey, sosyalist bir sistemde de bu olur. İnsanlar evlerinden çıkıp tüketim ve üretim yapamazlarsa, bu ekonomi durur. Kapitalizmin ürettiği birçok krize kriz diyebiliriz. Üç ay önce bunu konuşabilirdik. Ama koronavirüs bir kapitalizm krizi değildir.”

‘Altyapısal iktidarı iyi mobilize etmiş sistemlerin üstyapısı da kendini

koruyacak’

Özpek, koronavirüs krizini hükümetlerin yönetim biçimleri yerine altyapısal kapasitelerinin sonlandıracağı görüşünde. Özpek, devlet kurumsallığıyla kavga eden ve sorumluluk almayan yönetimlerin krizden büyük yara alarak çıkacağı değerlendirmesinde bulundu. Yönetimlerin otoriterlik yahut demokratik olmalarının bu meselede etkisi olmadığını söyleyen Özpek'e göre, Çin gibi ülkelerin aksine ABD, Brezilya ve Türkiye gibi popülist yönetimlere sahip ülkeler yara alacak ülkeler:

“Ülkeleri kategorize ederken, kapitalist, sosyalist, demokratik, antidemokratik diye tasnif etmek yerine, devletlerin altyapısal ve üstyapısal iktidarları var. Üstyapısal iktidar, bu rejim şekillerini tasnif etmememize yardımcı olabilir. Fakat altyapısal iktidar devlet kapasitesiyle alakalı. Bir ülke demokratik olabilir, altyapısal iktidarı çok zayıfsa, kriz yönetiminde çok başarısız olabilir. Yine demokratik olan bir ülkenin altyapısal iktidarı çok kuvvetliyse, başarılı olabilir. Örneğin Almanya-İtalya’yı kıyaslayabiliriz. Bu altyapısal iktidardan da kastım, devletin halkın temel ihtiyaçlarını giderebilme, altyapı hizmetleri sunabilme ya da örgütlenebilme yeteneği, toplumun kılcal damarlarına kadar inebilme ve kendini organize edebilme yeteneği. Mesela Çin’in çok demokratik bir devlet olmadığını düşünüyorum. İnsan haklarına saygı duymadığını düşünüyorum. Fakat altyapısal iktidarının çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Orada kurumsal bir devlet yapısı var. Keza İran da çok demokratik değil. Ama İran’ın altyapısal iktidarı çok düşük. Demokratik sistemler, kapitalist sistemler bunu beceriyor, otoriter veya sosyalist sistemler daha iyi beceriyor, beceremiyor ayrımından ziyade devletlerin altyapısal kapasitelerine bakmak lazım burada. Bazı devletler iyi örgütlenmiş, bazıları iyi örgütlenememiş demokrasi olsun ya da olmasın. Bunu Çin kriz ile baş edilmeyi becerdi. Singapur otokratik ve kapitalist, becerebildi. Güney Kore demokratik ve kapitalist, becerebildi. İtalya demokratik ve kapitalist, beceremedi. Dolayısıyla burada devletlerin altyapısal iktidarları, kapasiteleri çok önem kazanıyor. Bunu becerebilen devletler bu krizi atlatabilecekler. Altyapısal iktidarı iyi mobilize etmiş sistemlerin üstyapısı da kendisini koruyacak. Almanya’da bir kapitalizm ya da neoliberalizm krizinden bahsedemeyiz ya da Çin’de bir rejim krizinden söz edemeyiz. Çünkü iyi örgütlenmiş yapılar. Ama Brezilya, ABD gibi ülkelerde bazı değişiklikler bekleyebiliriz. Popülist yönetimlerin, devlet kurumsallığını tahrip etmek için mobilize olmuş yönetimlerin bu krizle birlikte çok büyük sınavlar verdiğini düşünüyorum. Türkiye de bu zincirin bir halkası. Yani devlet kurumsallığıyla kavga eden, mücadele eden rejimler bu krizden büyük yara alarak çıkacaklar.”

‘Trump ve Erdoğan gibi popülist liderler virüsün doğasını pek

kavrayamadı’

Özpek, gücünü kutuplaştırmadan alan Trump, Bolsanaro ve Erdoğan gibi popülist liderlerin virüsün doğasını kavrayamadıkları için kriz karşısında nasıl bir söylem geliştireceklerini bilemediklerini söyledi. Özpek, krize karşı sorumluluk almayan popülist yönetimlerin önemli ölçüde yıpranacağını dile getirdi:

“Trump bocalıyor şu anda. Popülistler bunu bir fırsat olarak görüyorlar, Avrupa’da aşırı sağ ve aşırı sol akımlar. Dolayısıyla oradaki neoliberal merkez partilerin başarısız olması popülist partilerin önünü açacak. Yani birçok konuya bağlayabilirler. Popülist sol çıkıp insanların yaşayacağı ekonomik sıkıntıları kullanabilir. Aşırı sağ çıkıp göçmenlere bağlayabilir. Evini temiz tut ya da evde kal kampanyası bu söyleme de dönüşebilir. Bu yüzden aşırı sağ ve aşırı sol grupların iktidara meydan okumaması için merkez partiler Macron ve Merkel mesela, olabildiğince kaynaklarını seferber ediyorlar. Çok ciddi yaklaşıyorlar. Gördüğümüz kadarıyla bu aşırı partilerin oylarında da düşüş var son anketlere göre. Bu merkez partiler için popülistleri ilanihaye silmenin de bir yolu. Çünkü kurumsal bir devlete ihtiyaç var, aklıselime ihtiyaç var, dolayısıyla burada gerekeni yaptık ve başarılı bir sonuç aldık diyebilecekler bu sürecin sonunda. Öte taraftan popülistlerin iktidarda olduğu ülkeler var. Mesela Brezilya’da Bolsonaro, Amerika Birleşik Devletleri’nde Trump, Türkiye’de Erdoğan. Bunlar krizin doğasını pek kavrayamadılar. Yani hep dışarıdan veya içeriden gelen sübjektif tehditlere göre politika yapmaya alıştıkları için bir virüs karşısında nasıl bir söylem geliştireceklerini çok bilemiyorlar. Ya bu virüs olayını ciddiye alacaklar ve Merkel, Macron gibi merkez politikalara gelecekler. Bu adamların merkez politikalara gelmeleri de çok kolay değil. Çünkü bu durumda merkez olmak demek pragmatik olmak demek. Popülistler zannedilenlerin aksine çok tutkulu ahlaki adamlardır. Ahlakı savunduklarını düşünürler. Dolayısıyla toplum içerisinde bir grubu seferber edip başka birine karşı kullanmayı çok severler. Halbuki merkez politika iki farklı toplumsal grubun kutuplaşması üzerinden değil birleşmesi üzerinden beslenir. Dolayısıyla böyle artık toplumu kutuplaştırmamanız gerekir, popülistler bunu hiç sevmezler. Popülizm şeffaflıktan hoşlanmaz, teknokrasiden de hoşlanmaz. Merkez politika ise şeffaflık ister, teknokrasi ister. Bunlara göre tebliğ etmenizi ister. Bolsonaro, virüsü küçümsüyor. Trump virüsün siyasi bir olay olduğu propagandası yapıyor. Bu Çin virüsü meselesi boşa çıkartılmış bir şey değil. Sanki bir doğa olayı yokmuş da bir devlet tarafından bu tehdit empoze ediliyormuş gibi bir tavır. Erdoğan’ın ezan dinlemesi, AK Partili trollerin meseleyi ısrarla bir kültür savaşına çekmeye çalışması, sebebi tamamıyla bu. Popülistlerin bu psikolojiyle çok da başarılı olamayacaklarını düşünenlerdenim. Bu krizin virüsü ciddiye almayan popülist yönetimleri önemli ölçüde yıpratacağını, daha teknokratik daha kurumsal devlet talebinin yükseleceğini düşünüyorum.”

‘Ahbap-çavuş kapitalizminde hükümete yakın olan sermaye çok

etkilenmeyecek’

Türkiye’deki kapitalizm sisteminde hükümete yakın olan sermayenin krizi az zararla atlatacağı görüşündeki Özpek, küçük işletmelerin ise büyük yara alacağını söyledi. Özpek, tüm sermayeye eşit yardım yapılmasının kapitalizm ve iktidarın devamlılığı açısından önemine değindi:

“Gelmesi gerekir tartışması normatif bir tartışma. Ama geldi mi gelmedi mi tartışmasına girebilirim. Kapitalist bir sistemi kurmak çok zor bir meseledir. Kapitalist bir ekonomi kurmak istiyorsanız, ekonomik anlayışı destekleyecek devlet kapasitenizin olması lazım. Mesela İngiltere’de eğer halk sağlığını tehdit ettiği düşüncesiyle bir mekan sahibinden barını bir aylığına kapatmasını istiyorsanız, o ay boyunca ödemesi gereken kira, maliyetler ve kazanmayı umduğu ortalama karı vermek zorundasınız. Bunu veriyor İngiltere. Kapitalist sistemi devam ettirmek istiyorsanız arkasında böyle bir devlet desteğinin de olması gerekiyor. Bu o kadar basit bir şey değil. Kapasitesi olan devletler bence kapitalizmi devam ettirecekler. Çünkü devam etmesi demek yani bir bar ya da restoranın işlemesi demek ömrü boyunca bu insanların devlete vergi sağlaması anlamına geliyor. İnsanlar kapitalizme çok büyük bir ahlaki değere sahip olduğu için inanmıyorlar ya da çok önemli felsefi bir argümanı benimsedikleri için buna sahip çıkmıyorlar. Devletler kapitalizm daha verimli ve daha fazla verdi, para, refah, iş ürettiği için sahip çıkılması gerektiğini düşünüyorlar. O yüzden kapitalizm dediğimiz olgu devletler vasıtasıyla korunuyorsa, devletler bu zor zamanda firmalarına sahip çıkıyorlar. Bu zor zamanlar geçtikten sonra firmalar da devlete tekrar vergi vermeye devam etsinler diye. Devlet parayı uzaydan bir yerden almıyor yine bu firmalardan topladı zamanında. Yine insanların vergilerinden topladı ve şimdi onlara veriyor. Şimdi devletler bu insanları ayakta tutacak ki bu insanlar iyileşsin, tekrar işlerine başlayıp vergilerini verebilsinler. O yüzden bunu yapmaya yetenekli devletler ve onların kapitalizmleri ayakta duracak tabii. Bizim gibi ülkelerin kapitalizmleri büyük bir meydan okumayla karşı karşıya. Çünkü bizimkisi ahbap çavuş kapitalizmi üzerine dayanıyor. Ahbap çavuş kapitalizminde hükümete yakın olan sermaye bundan çok etkilenmeyecek. Zaten para ve mülkiyet aslında hükümetle ortak kullanılan bir şey onlar için. Fakat onun dışında kalan küçük esnaf veya küçük işletmelerde çalışan insanlar ziyadesiyle etkilenecek. Dolayısıyla ortada büyük bir ekonomik kriz ihtimali var, özellikle bizim gibi devlet kapasitesi düşük ülkeler için.

‘Sorumluluktan kaçan AK Parti, bu ülkeyi yönetmeye niçin bu kadar

hevesli?’

Özpek, Erdoğan yönetiminin sokağa çıkma yasağı taleplerine direnirken, son olarak halktan bağış toplamaya girişmesini 'sorumluluktan kaçmak' ve 'topu halka atmak' olarak değerlendirdi. Özpek, bu koşullarda insanların kafasında ‘AK Parti, bu ülkeyi yönetmeye niçin bu kadar hevesli?’ sorusunun gündeme taşındığını belirtti. Özpek, Erdoğan yönetiminin normal zamanda insanların hayatlarına müdahaleden geri durmadığını ama böyle olağanüstü bir durumda sorumluluktan kaçmasının krizi daha da büyüteceği kanaatinde:

“Kurumsaldan son derece uzak ve hükmetme sorumluluğundan kaçan bir tavır olarak görüyorum. Hükümetin artık gerçekten şiddet kullanma, düzenleme yapma ve nihai egemen olma durumunun farkına varması gerekiyor. Bunların hepsi vatandaşın kriz durumunda hükümete gönüllü olarak verdiği yetkiler. Yani elinde bütün yetkiler var ve bizim hayatımızı kurtarmak için düzenle diyor insanlar. Çok enteresan bir şey. Kimseye nasip olmaz, insanlar hayatta kalmak için devlete bütün yetkileri veriyorlar şu anda, sadece bizim ülkemizde değil bütün dünyada. Israrla bizim hükümetimiz son 1 senede olduğu gibi normal zamanlarda insanların hayatlarına müdahaleden kaçınmazken, anormal, olağanüstü zamanlarda bu müdahale sorumluluğundan kaçınıyor. Yani gerekli düzenlemeleri yapmıyor, gerekli riskleri almıyor. Bunun yerine meseleyi yine her zaman yaptığı gibi halka havale ediyor. Siyasi elitlerin sadece demokrasilerde değil bütün rejimlerde politika, bir program geliştirmek ve bunu uygulamak gibi bir sorumlulukları var. Bu nedenle halk tamamen paçaları sıvayıp politikanın içinde değildir. Siyasi elitler bu sorumluluklarından kaçarsa, her karşılaştıkları meseleyi halka havale edip çözerse, bir süre sonra insanların kafasında bu adamlar bu ülkeyi yönetmeye niçin bu kadar hevesli sorusu belirmeye başlayacak? Hakikaten AK Parti bu ülkeyi yönetmek için neden bu kadar hevesli? Eğer hiçbir soruna karşı önlemi yoksa, düzenleme yapmak istemiyorsa, risk ve sorumluluk almıyorsa, her sorunu halkı sokağa çağırarak, halkı göreve çağırarak çözmeye çalışıyorsa, biz neden AK Parti’ye ihtiyaç duyuyoruz ve AK Parti ülkeyi yönetmek için neden bu kadar hevesli? Bir liberal olarak AK Parti’nin yapabileceği piyasaya müdahale içeren adımları destekleyebilecek noktadayım şu anda. Evimden çıkamıyorum çünkü. Beni hayatta tutması lazım. Birkaç ay sonra bu işler düzelince dükkanların tekrar açılması gerekiyor. Bana emeklilerin ikramiyelerini ödemiyorum, memur maaşlarının yüzde 20’sini kesiyorum, vergilerinizi yüzde 10 arttırıyorum fakat bunu bir süre kaldıracağım, bu olağanüstü bir hal dese, bu sorumluluğu alsa ben bunu kabul edebilirim, birçok insan da öyle. Çünkü devlet şiddet kullanma tekeline sahiptir ve bunu yapmak hakkıdır. Siyasi olarak bedel ödemekten korktuğu için bu tip faaliyetler içinde girmiyor AK Parti. Bunun yerine toplumsal bağış kampanyaları düzenliyor ve bir yerden sonra bu da destek verenler ve vermeyenler arasında kutuplaşmaya neden olacak. Millet hesap sorar diye yazmışlar. Millet niye hesap sorsun, ben zaten vergisini ödeyen, bütün kurallara yan bir vatandaşım. Bir de ayrıyeten cebimdeki parayı nasıl harcandığı konusunda bana bilgi vermekte çok isteksiz bir hükümete niçin vermek zorundayım. Bir toplumsal kutuplaşma zemini yine orada var. Onun üzerinden yükselecek. Bağış kampanyası sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla çok daha etkin ulaştırılabilir. Kendi cebinizde ne kadar ödeyebileceğiniz para varsa etrafınızdakilere yardım ettiğinizde müthiş etkin bir mekanizma işletmiş olursunuz. Bu bağış kampanyası AK Parti ya da bürokrasi içerisinde kariyer kollayan sezgileri kuvvetli insanların sosyal medya üzerinden IBAN dekontu paylaşmalarından öteye gitmeyecek.”


Devamını oku